Bu günlerde şöyle türüm türüm bereket kokan, meyve şöleninden oluşan, bol fındık fıstıklı aşure olsa da yesek demeye kalmadan komşular tanıdıklar kaselerle sürprizler yapıyor…

Pişirmesini ve yemesini sevdiğim bir tatlıya da asla hayır diyemem.

Tüm sene çok tüketilmese de Ramazan pidesinin kokusu ve özelliği gibi gününde zamanında anlam ve öneminde baş tacı olduğu gibi gözleri mideleri zihinleri doyuruyor, ruhani boyutunu tamamlıyor, muhteşem tadıyla yerini koruyor.

Ülkemizde paylaşılarak çoğalan; nohut, fasulye, buğday, mısır, pirinç, nar gibi ve kuru meyvelerin, bakliyatın ve kuruyemişlerin karışımıyla pişirilen ve sıcak sıcak dağıtılan aşure tatlısı, paylaşma kültürümüzün inceliklerindendir.

Aşure, Hicri takvime göre Muharrem ayının 10. gününden itibaren yapılır ve 1 ay boyunca devam eder.

Ayrıca Muharrem ayında pişirildiği için bu aya aşure ayı denir. 

Efsane bu ya! Aşurenin tarihine dair her şey, Hz. Nuh ile başladığı rivayet edilir.

 Hz. Nuh, Hz. İdris peygamberden sonra gönderilmiş olan peygamberdir. Farklı tarihlerden bahsedilse de tahmini olarak MÖ 3000 yıllarında Hz. Hun’un oğulları Sam, Ham ve Yasef, Hz. Nuh’un peygamberliğini kabul edip iman etmişler ancak diğer oğlu Kenan ve onu takip eden bir kavim bu peygamberliği kabul etmemiştir.

 Bunun üzerine Hz. Nuh, Allah’a yalvarmış ve bir yol göstermesini istemiş. Allah, Hz. Nuh’a çok büyük bir gemi yapmasını, kendisine inanları bu gemiye almasını, dünyadaki tüm bitkilerden ve onların tohumlarından almasını ve ayrıca dünyadaki tüm hayvanlardan bir erkek bir dişi olacak şekilde, çift olarak almasını emreder. Hz. Nuh’a yardım etmesi için Cebrail de gelir ve devasa bir gemi inşa ederler. Allah’ın emri üzerine de gemiye inananlarla birlikte, hayvanlar ve bulunabilen tüm yiyecekler alınır.

Gemiye herkes bindikten sonra büyük bir tufan kopar. Gökten durmadan yağmur yağmakta, yerler yarılıp sular fışkırmaktadır. Tüm dünyayı sular kaplar ve sadece gemiye binenler kurtulur. 

Suların çekilmesi aylar sürer.

Bu süre zarfında gemiye aldıkları erzakları tüketirler ve son olarak bugün kabul edildiği yer olan, Cudi dağının zirvesine oturur Hz. Nuh’un gemisi. Takvimler o sırada Muharrem ayının 10. gününü göstermektedir.

Gemide bulunan her malzeme kocaman bir kazanda kaynatılır ve bugün afiyetle yediğimiz ilk aşure böylece yapılmış olur. 

Sadece İslam’da değil, Hristiyanlıkta ve Musevilikte de kendisine yer bulan aşure, belki de dünya üzerinde yüzyıllardır yapılan ve bu kadar geniş coğrafyalara yayılmayı başarabilmiş tek yiyecek.

Buğdayın ilk çıktığı yer Anadolu toprakları olduğu için aşurenin de temel malzemesinin buğday olması bir tesadüf değildir.

 Mezopotamya’dan çıkıp tüm dünyaya yayıldığı düşünülen buğday, aşurede de kendine yer bulmuş. Aşure de tıpkı buğday gibi tüm dünyaya Mezopotamya’dan yayılmıştır. Aşurenin belirli bir tarifi yoktur 

Hiçbir hayvansal ürün içermemesi itibariyle Türk mutfağının en bilinen ve popüler vegan tatlılarından biridir.

Alevi kültüründe, her sene Muharrem ayında 12 gün gün boyunca etin tüketilmediği, suyun içilmediği bir oruç tutarak öldürmenin her türlüsünün (besin için kesilen hayvan dahil) şiddet olduğunu kabul ederler ve matem olarak bağlantı kurup Kerbela Savaşı’nda Hüseyin’in öldürüldüğü günde aşure pişirilerek konu komşuyla paylaşırlar.

Osmanlı sarayında aşure sütlü ve süzme olarak iki çeşit pişirilmiştir. Aşurenin belli bir tarifinin olmaması, bölgesel farklılıkların görülmesi kültürümüzdeki çeşitliliğin de bir sembolüdür.

 Her yöreden izler taşır.

Geleneklere uygun bir aşure yapmak için adından dolayı 10 madde ile yapılması bazen de en az 7 çeşit olması gerektiği söylenir.

Aleviler 12 gün yas orucu tuttukları için 12 madde kullanarak aşure yapar.

Aşure bazı yörede ise tuzlu olarak yapılır.

Birçok bayram ve özel günde olduğu gibi kültürümüzde paylaşmanın önemi yadsınamaz. Aşure gününün kültürümüzdeki en önemli yeri de yapılan tatlının komşularla, arkadaşlarla, akrabalarla paylaşılmasıdır.

Birlik ve beraberliğe katkı sağlar. İnsan ilişkilerinin gelişmesine yardımcı olur, hayır işlemeye teşvik eder. Tüm toplumlar için sağlık, şifa ve başarı temennileri aşurenin ortak paydasıdır. Yapımı esnasında bu temenniler dua edilerek harmanlanır, bolluk ve bereketin simgesi olarak kabul edilir.

Aşurenin çıkış hikayesi incelendiğinde eldeki imkanları en iyi şekilde değerlendirmenin önemi ve hiçbir şeyin ziyan edilmemesi gerektiğinin kanıtı olduğu anlaşılır.

Herkesin elinden farklı tat çıkan yiyecek kadim ve kutsal olarak kabul ediliyor. Bin yıllardır şifalı olduğuna inanılan tatlının sırrı, sevgi dolu gönüllerde, hoşgörü ile sunulan ellerde, paylaşmanın getirdiği güzelliklerde sihirli güce dönüşüyor.

Farklı öğeleri bir araya getirerek ortaya muhteşem lezzet çıkartan aşure, tıpkı tadı gibi imkanlar dahilinde sevmeyi, çoğaltmayı, öz değerlerimizi ve insani vasıfları da öğretiyor, aşılıyor, benimsetiyor. Şartlar her ne olursa olsun, imkanlarımızı değerlendirerek sırra varalım, sihirli gücü paylaşmakta bulalım. Ağzımız tatlı, gönüllerimiz tahtlı, bereketimiz bahtlı olsun.