7 Kasım 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde:
‘Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine, Maarif Vekâletinden bildirilmiştir.’ başlıklı bir ilânda, ‘Millî marşın, Maarif Vekâletince kurulan edebi bir heyet tarafından yarışmaya katılan eserler arasından 23 Aralık 1920’de seçileceği; yarışmayı kazanan eserin yazarına 500 lira, bestesi için de 1000 lira nakdi mükâfat verileceği’ duyurulur.
Meclisin aldığı karar doğrultusunda İstiklal Marşı yarışması yurdun dört bir yanına ilan edilir. Anadolu’dan, İstanbul’dan birçok şair yarışmaya katılmak üzere ürünlerini gönderirler.
Böylece Millî Marş yarışmasına 724 şiir katılır, fakat hiçbiri Millî Marş olmaya layık görülmemiştir.
Yazdığı şiirlerinde vatan ve millet duygusunu en güzel dile getiren Mehmet Akif Ersoy’un yarışmaya neden şiir göndererek katılmadığı TBMM dahil herkes tarafından merak edilmektedir.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Mehmet Akif Ersoy’ dan bu marşı yazmasını rica etmiş fakat Akif; ‘Para için şiir yazamam’ diyerek geri çevirmiştir.
Birçok hatırı sayılır kişi Akif’in İstiklal Marşı’nı yazması için devreye girmiş ancak Akif bütün ısrarlara rağmen bu teklifi reddetmiştir.
Sonunda kazansa bile ödül almayacağı konusunda bir formül bulunarak muhasebeden çıkışı yapıldığı için ödül olarak verilen beş yüz (500) lirayı, fakir Müslüman kadın ve çocuklarına meslek öğreterek fakirliklerine son verme gayesi ile faaliyet gösteren ‘Daru’l-Mesai’ adlı hayır kuruluşuna bağışlanmak şartı ile ikna edilmiştir.
Oysa Akif, İstiklal Marşı’nı kaleme aldığı Ankara günlerinde, ciddi maddî sıkıntı çekmektedir.
Ve hatta, İstiklal Marşı’nın okunacağı gün, Meclis’e giderken yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay’ın paltosunu ödünç almıştır.
İstiklal Marşı, Meclis kürsüsünde ilk kez 1 Mart 1921 günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur.
İstiklal Marşı olarak resmikabul edilişi Meclis’in 12 Mart 1337 (1921) tarihli oturumunda okunup teklif edilerek onaylanmıştır.
Bunun üzerine bütün TBMM üyeleri ayağa kalkarak Hamdullah Suphi Bey’in okuduğu İstiklal Marşı’nı bir kere daha büyük bir coşku ve heyecan içinde dinlemiştir.
Mehmet Akif Ersoy’a o duyguları bu şiire nasıl nakşettin, daha iyisi yazılmak istense yine sen yazabilirsin dediklerinde;
“O şiir bir daha yazılmaz… Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete en kıymetli hediyem budur. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” cevabını vermiştir.
Öyle ki; milletine armağan ettiği bu marşı, yedi eserinden oluşan Safahat adlı külliyatına bile almamıştır.
Bugün 1 Ocak 2022 ve tarihlerden görüleceği üzere İstiklal Marşının yıldönümü falan değil, sadece 21.nci Y.Y. ilk çeyreğini bitirmeye, Türkiye Cumhuriyetinin bir asırlık çınar olmasına sadece üç yıl kaldı.
Benim bu gerçek öyküyü anlatma muradım şudur!
Yarım asrı geçen ömrümde hükümetler tarafından onlarca kez ekonomik kurtuluş paketi yazılmasına tanık oldum.
Hepsi kürsüde ve meydanlarda paketlerini gırtlakları patlayıncaya kadar överken şöyle diyordu.
“ Bu acı reçeteye hep birlikte katlanacağız ama sonunda ülke ve halk olarak hep birlikte refaha çıkacağız “
Reçetelerde milli ruh olmadığı için organlar iflas ediyor, kayışı çekenler, sıkıntıyı yaşayanlar halk olurken, malı götürenler hep aynı kesim oluyordu.
Çünkü ekonomik kurtuluş manzumesini yazanlar ödülü kendilerine almanın, gücü elinde tutmanın hesabı içerisinde kalkınmanın sihirli cümlesi olan “üretim” ayağını yazmıyorlardı.
Birinin aklına plan geliyorsa, bir diğeri “benim halkıma plan değil pilav lazım” diyecek kadar popüler siyaset yaparak cıvıtıyordu.
Milli ruh barındırmayan metinlerle, abuk sabuk betimlemelerle, iktisat ilmine uymayan kararlarla, ülkeyi ayağa kaldırmak ham bir hayalden öte çok tehlikeli bir oyundur.
Bu kafayla ve liyakat sahibi olmayan kişilerle yola devam edersek bir asır daha acı ilacı halkın içeceği ve birilerinin malı götüreceği reçeteler yazmaya devam ederiz.
2022 den sağlıktan sonra en büyük dileğim…
Ülkem için öyle bir ekonomik kurtuluş reçetesi yazılsın ve uygulansın ki; acı ilacı hep içelim ama refaha da hep birlikte ulaşalım.
Ve bir daha kimse bu ülke için kurtuluş reçetesi yazmasın.
Bu milleti kimse kobay yerine koymasın derken adeta ekonomi üzerine zar atma dönemine girdik.
Bilenlerin konuştuğu zaman dışlandığı, kayışı çekenlerin değil, ekranlarda ekonomiden bihaber arz-talebi kız isteme, piyasayı İstiklal caddesinde tur atmak, çan eğrisini kilise çanı, istikrarı biat etmek zanneden ve ağzı olanın konuştuğu haller iyi haller değildir.
Yeni bir ilaç deneyecek mecalimiz kalmadı.