"Türk milleti çalışkandır.
Türk milleti zekidir.
Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.
Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir."
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletini tarihte ve gelecekte şartlar ne olursa olsun yüceltmiş onurlandırmıştır.
"Türk milletinin karakteri yüksektir" söylevi ile milletinin özündeki değerleri, damarlarında dolaşan kanın asaletini vurgulamıştır.
Türk milletinin özelliklerinden bir tanesi de misafirperver olmasıdır.
Kapısına gelen yedi kat el bile olsa, Tanrı misafiri deyip kucak açması, koruyup sahip çıkmasıdır.
Yemeyi içmeyi doyurmayı sevdiği kadar cömertliğini yedirip içirerek gösteren ve paylaşmanın hazzını yaşamaktan mutlu olan bir millettir.
Gelene kapımız bacamız açık elbette; hoş geldinle karşılar yedirir, yatırır, korur, gezdiririr güle güle var git deriz...
Böyle güler yüzlü samimi ve de içteniz.
Peki, sahiplenmeyi özünde sözünde yaşayan bir millet gün geçtikçe sayısı artan sığınmacı ve mültecilerden neden rahatsız oluyor?
Atalarının binbir emekle canla kanla kazandığı, "altında binlerce kefensiz yatan" şehit topraklarının yabancılar tarafından sefa sürülmesini hazmedemiyor mu?
Aslında bu soruyu sorarken, "çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane" bilmecesindeki gibi birçok soru beraberinde çoğalabiliyor!
Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre Türkiye'de ikamet eden göçmen ve mültecilerin sayısı şu anda 3,9 milyondur ve bunların yüzde 90'ı Suriyeli olup Suriye'de devam eden çatışmalar sonucunda Türkiye'ye gelmiştir.
Türkiye'de aynı zamanda 5 Ağustos 2021 tarihi itibariyle toplamda 32.727 yakalanan düzensiz Afgan göçmen var.
Kayıtlı olanlarla birlikte sayıları 500 bine yaklaştı ve bu sayı gittikçe artıyor.
Savaştan kaçtıkları iddia edilen taşı sıksa suyunu çıkartacak gencecik delikanlılar, yanlarında kadın yok, çocuk yok, yaşlı yok, sevdiklerini geride bırakıp nereye gidiyorlar?
Gittikleri yerde aileleri olmadan kutsal değerleri olmadan nasıl bir yaşam kuruyorlar?
Sığınmacılar Avrupa’ya gidebilmek için Türkiye'yi basamak olarak mı kullanıyor?
Orta doğu bölgesinde Yahudi kökenli kişilerin önünü açmak ve Güney Doğu'da tanınıp aktif olmaları mı sağlanıyor?
Yüzyıllardır Anadolu, Mezopotamya, Ege ve Akdeniz ve tabii İstanbul önemli bölge ve hedefi olan güç odaklarının oyuncağı mı sığınmacılar?
Bu sebeple güç ve kontrol odaklı toplumları kontrol etmek için mi elde tutuluyorlar?
Ülkeler ucuz iş gücü olarak mültecileri mi kullanıyor?
Anadolu'nun gelenek göreneklerini, alışkanlıklarını değiştirmenin en etkili yöntemi bu mu?
Yani bizim dışımızda ki her şey arka plan fonundan mı ibaret!
Sorduğum soruların hangisi amaca hizmet ediyor?
Fıtratımız genimiz değiştiriliyor, topraklarımız, bayrağımız elden gidiyor düşüncesine "komplo teorisi" damgası vurulan, olup bitenlere fanatik bağlarla duygusal yaklaşımlarla bakılan yerde hiçbir zaman gerçekler görünmez!
Avrupa sınırlarını kapatıyor, ülkelerine göç eden yabancıları ise entegre ve uyum programına alıyor, ayak uyduranları kabul ediyor kurallara uymayanı sınır dışı ediyor.
Türkiye de ise Türk vatandaşlarının göçmenlere entegre olup uyum sağlanması için çalışmalar yapılıyor.
Kim oldukları, nelere fayda sağlayabilecekleri belirsiz, sicili temiz mi değil mi bilmeden anlamadan dinlemeden, bilinçli bilinçsiz ülkeye nasıl akın ettikleri konusunda sessiz kalanlar vatan sevgisini de dile getiremiyor!
Sağcı olabilirsiniz, solcu olabilirsiniz, seküler olabilirsiniz, muhafazakâr olabilirsiniz, ne olursanız olun bu milletin yanında olmak zorundasınız! Ya Türkiye'nin yanındasındır ya da karşısında!
Umarım en kısa zamanda çocukların geleceği için endişelenen halkın sitemi duyulacak, Devlet büyükleri bu konuda gerekeni yapacaklardır.
Orta Asya'dan (Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan) ülkelerinden gelen misafirler Türkiye'ye severek kendilerinden bir parça bulmak umuduyla geliyor, taşkınlık çıkartmıyor kimseyi rahatsız edecek davranışlarda bulunmuyorlar.
Balkanlardan hemen hemen bir asırdır Türkiye’ye ihtiyari mahiyette göçler oldu; Yunanistan ve Bulgaristan'dan mecburi muhaceretle gelen göçmenler Türkiye'yi sevdi, benimsedi, çalıştı, ülke kalkınmasında rolleri oldu.
Seven sevilmez mi?
Birlikte ilerlemek için yola çıkanlar yoldaş olmaz mı?
Bizler çalısmazsak açız!
Bizler topraklarımıza sahip çıkmaz isek vatansızız!
Hüviyetini korumayanın hürriyeti elinden alınır.
Dünyada yaşananlar yüzünden seyirci kalmak, insan olmaktan yeterince utandırıyor zaten, katlanmak bile zorlaşmışken milli reflekslerimizi dışlayan hiçbir proje başarılı olamaz.
Makyajlayarak nabız ölçülemez hele ki uzun ve zorlu bir süreçte! Bir kentin, bir ülkenin markalaşmasının hedefi; önce kendi halkına, daha sonra da küresel alanda tüm bireylere daha iyi olanaklar sunabilmektir. Markalaşmak isteyen kentler veya ülkeler önce ülke insanları için yeterli olabilmelidirler. Yani özet olarak o ülkenin yaşam kalite düzeyi yüksek olmalıdır. Bir ülkenin nabzı; o ülkenin insanlarıdır.
Halkın sesi duyulmalı, öncelik öz halka verilmelidir. Öncelik ise sınırdır, huduttur, namustur.
Bir ailenin yaşadığı evin dış kapısı sınırdır, bir mahallenin huzuru sınırdır, bir köyün örfü adeti sınırdır, bir İlçe'nin İl'e olan bağlantısı sınırdır, bir İl'in dağı taşı sınırdır, bir ülkenin tel örgüleri sınırdır, o ülkenin bayrağı namusu, haysiyeti ve de özgürlüğüdür.
Hududu çizmez sınır koymaz isen, ne arın, ne onurun ne kültürün ne de huzurun olur.
Haddini, yerini yurdunu bilmeyenler arasında yok olur gidersin.
Ne evin barkın, ne toprağın, ne vatanın ne de bayrağın kalır.
Herkesin gidecek bir yeri bulunur da bizim gidecek başka bir Türkiye'miz daha yok!