Muhammet KAHRAMAN

Biz ortaokulda okurken okuduğumuz yerde yani Tavas (Denizli) merkezde kalmak zorundaydık çünkü o zamanlar geliş gidiş yapmak, servis vb. imkanı yoktu.

Zaten bizim köy tarafına giden 2-3 araç vardı.

Hafta sonlarını iple çekerdik, cuma akşamları heyecandan uyuyamazdık.

O zamanlar cumartesi günleri de öğleye kadar ders olmasına rağmen bize 1,5 gün tatil yeterdi.

Önemli olan tatil de değildi; anaya, babaya, kardeşlere ve köye özlemin giderilmesiydi. Bazen Kale tarafına gidecek araç gelmezdi biz de yaya yola çıkardık hatırladığım kadarıyla daha Muğla yolu asfalt değildi; yaya giderken Medet'e varmak üzereyken araç gelir binerdik ama ödediğimiz ücret yine aynıydı.
Asıl önemli ve üzücü olan dönüştü, pazar sabahı başlardı üzüntümüz.

Pazar akşama doğru hazırlıklar başlardı. Bir çuval odun ya da kes(yakmak için samanın irisi), bir bakraç içinde bir hafta yiyeceğimiz aş, on kadar sofra altına konmuş ve sulanmamış yufka.

Yufkaları sulatsak bozulur gibi oluyordu ve biz buna "ımzıkmış" diyorduk. Bunun dışında bilen bir arkadaşımız elimizdeki bakraçtaki aşa ilave olarak makarna yapardı.

Pazartesi sabahı bir elde içinde aş olan bakraç, sırtımızda odun çuvalı, kenarından zorla tuttuğumuz yufka çıkını ya da örtüsü düşerdik yola.

Odun çuvalının içinde kitaplarımız olurdu, ayrılırken ağlardık ve o gün yazılı varsa aklımızda ne varsa unuturduk.

Yağmur, kar demeden ana yola çıkardık.

Ayağımızdaki lastik ya da başkasının verdiği 1-2 numara büyük ayakkabıyla...

Gelen taksiye ya da minibüse bindik mi hissettirmeden ağlaya ağlaya okula zor yetişirdik; eşyalarımızı okulun kenarındaki lokantalara koyardık, öğle arası ya da akşam götürürdük. Bazen öğle araları kendimize ziyafet çekerdik, hemen okulun yanında bulunan Osman Demirkol'un fırınına gider çeyrek ekmek yağlatırdık.


Yeni bir hafta böyle başlardı, akşamın gelmesini hiç istemezdik çünkü akşam demek, hüzün demekti, akşam demek ayrılığın tam olarak hissedilmesi demekti.

O şartlarda ders çalışmaya çalışırdık.

Bir hafta boyunca aileden haber alamazdık, parası olanların aileleri ya da parası olanlar salı günü pazara gelirdi; aileden birisi geldiyse meyveyi o sayede tadardık.

Aynı evde kaldığımız arkadaşlarımızla aşımızı, dertlerimizi, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi(sevinç pek olmazdı ama) paylaşacağımız bir hafta başlardı.


Tüm bunlara rağmen o günler, o dostluklar, kavgalarımız çok çok güzeldi.