Merhaba sevgili okurlarım.

Uzun zamandır yazmadım.

Ancak dünyada ve ülkemizde yaşananlardan sonra sizinle sohbet etmek ve dertleşmek şart oldu.

Önce 19 Aralık 2017 yılında İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Lisesi müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından pompalı tüfekle vurularak öldürüldükten sonra olayı incelemekle görevli Maarif Müfettişi Doğan Ceylan’ın tuttuğu aşağıdaki tutanağı dikkatle okumanızı öneriyorum.

"DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ:  

Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.

Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.

Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek.

Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.

Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.

Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.

Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar.

Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.

Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.

20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?

Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek? Evlerini nasıl idare edebilecek? Ülkeyi nasıl yönetecek? Vatanı nasıl savunup can verecek?

Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.

Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık.

Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.

Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz.

Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz. Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar. Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz.

Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.

Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye.

Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz.

Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.

Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.

Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.

Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar.

Acımıyorlar……

Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…. Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize.

Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli.

Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli.

Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.

Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.

Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek”

Beş yıl önce bu raporda yazılan endişelere Devlet, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile Bakanlığı, ilk ve orta öğretim kurumları, üniversiteler ve uzmanlar katılmamış olacak ki; yaşananlar ve endişeler geçen beş yılda her sene biraz daha ağır olarak yaşanmaktadır.

Dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik krizin faturalarını ve bunun sosyal maliyetlerini hep birlikte öderken, tek çare olan “üretim”e yabancılaşmaya devam ediyoruz.

Devletin tedbirde kolay yolu seçerek krizin çözümünü, üreten ve ihracat yapan kurumlar üzerinden baskılayarak araması teşvik gereken üretime adeta kesilmiş ceza gibi oluyor.

Çocuklarımızı imkanlarımız ölçüsünde fanusta büyüterek korumaya çalışırken aslında onları gerçek yaşamın ateşine karşı savunmasız bir şekilde atarak yakıyoruz. 

Geçen gün BTSO'nun bir iftarına katıldım.

İftar sonrası soru cevap faslında bir genç BTSO Başkanı İbrahim Burkay'a; "Bursa’da işsizliğe karşı ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz" diye sordu.

Burkay “Bursa’da işsizlik yoktur hatta işçi açığı vardır. Bütün fabrikalara gidin mavi yaka dışında bile vasıfsız elemanlar aranıyor” dedi.

Ve çok acı bir gerçeğin altını çizdi.

“Gençler çalışmak yerine gayri ahlaki ve niteliksiz TİK TOK videoları çekip sosyal medyada binlerce tıklanarak para kazanmaya şartlandırıyor”  

Beş yıl önceki müfettiş raporunda yer almayan TİK TOK videosu çekimi de bugüne eklendi.

Kültür emperyalizimi dijital platformlar üzerinden saldırmaya devam ediyor.

Red Kit'in ağzında sigara var diye mahsurlu görenler bize cinsiyetsiz, inançsız ve anomaliyi normal gören bir nesil yetiştirmek için film üzerine film izletiyorlar.

Evinin  balkonunda çiçek bakmak, bahçesinde sebze yetiştirmek için çapa sallamak ve üretmek yerine internet üzerinden  sanal hanlar, hamamlar, çiftlikler  satın almayı özendiren METAVERSE masum mu sanıyorsunuz?

İki erkeğin öpüşmesi, uyuşturucu kullanımının sıradan hatta masum gibi gösterilmesi ne gibi bir toplumsal yarar sağlar ya da bundan nasıl sanatsal bir çıkarım yapılır bilen var mı?

Ders almamayı öyle güzel başarıyoruz ki; önümüzdeki beş yılda yeni sorun olarak karşımıza neler çıkabileceğini bilmiyoruz.

Ya da bu kafa ile  gelecekte biz var olabilecek miyiz?

Müfettişin dediklerini tekrar edeceğime lütfen rapora geri dönün ve bir daha okuyun. 

Bu ülkede neden kimse yirmi yıllık iktidarın ilk on yılının gerçekten halka hizmet ve başarı ile geçtiğini anlatmıyor? 

Ya da son on yıldaki kötüye gidişin sebeplerini sorgulamıyor? 

Ben hala müfettiş raporunun son cümlesinde takılı kaldım.

“Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek ”