İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, “Din nedir?” sorusunun kitabi tanımı, insanlığın hem bu dünyada hem de öbür dünya da mutluluğunu temin edecek ilahi kaynaklı, ilahi referanslı bir sisteminin adıdır.
Din nihai amaç olarak insanın mutluluğunu esas alır. Mutluluğun teminatı iman üzerinden kurulan teslimiyet bağı ve o teslimiyetin sağladığı bir ahlaki yaşantıdır. Kısaca din budur.
Bilim “nasıldır?”ı araştırır. Din ise bizim hikmet dediğimiz, gaye dediğimiz, acaba bunun arkasında ne hedef gözetilmiştir ne murat edilmiştir ne mesaj verilmek istenmiştir ve bununla insana ne söylenmek istenmiştir veya bu yaratılanla insanın ilişkisi nasıl tesis edilmelidir gibi iki farklı sistemden söz ediyoruz.
Prof. Dr. Sinan Canan’ın Ted konuşmasından alıntılar
Kuran’dan (Ali İmran 103) “Hep birlikte Allah’ın ipine yapışın, fırkalarda bölünüp parçalanmayın, Allah’ın üzerinizdeki nimeti hatırlayın.” der.
Dört hak mezhep ve bu mezheplere bağlı birçok tarikatlar ve tarikatlara bağlı cemaatler var. İşin enteresan tarafı bunların tamamı Kuranı Kerime inanıyorlar ama çoğu birbiriyle savaş halinde!
Sadece Müslümanlık değil tek kitabı İncil olan Hıristiyanlıkta da on binin üzerinde farklı mezhebe ayrıldığı gerçeği var. Ve en çok duyulan “gerçek İslam bu değil” sözüdür. Buraya kadar yazdıklarım herkes tarafından bilinen uzmanlık gerektirmeyen bilgilerdir.
“Allah’ın İpi” ne anlama geliyor?
Akıl, Arapça ip anlamına geliyor. Devenin ayağına bağlanan ipten geliyor. Meseleler arasında bağlantı oluşturup bütüncül bir sonuca varabilme anlamında bir terimdir akıl. Bütün canlılar, kanatlılar var olan potansiyellerini bedensel özelliklerinin tümünü kullanırken insan var olan potansiyellerini hiç kullanmayabiliyor. Mesela hiç akıl etmeyi, sormayı, sorgulamayı, “nerede yanlış yapıyorum; eksiğim nedir; nerede hata yapıyorum?” gibi yeteneğini her zaman her kişi kullanmayabiliyor. Yani İnsan bu konuda gelişim içinde olmamayı seçen tek canlı.
Kur’an ne istiyor?
Akıl etmeyi, düşünmeyi ve ayetlere bakmayı istiyor.
Ayet dediğimiz kelimenin ne olduğuna baktığımızda yaratılmış her şeyin bir ayet olduğunu görüyoruz.
Mesela bir manzaraya baktığınızda aslında ayetlere baktığınızı söylüyor. Yani çevremizde var olanlara birer ayet gözüyle baktığınızda bambaşka şeyler göreceğimizi söylüyor. Ve bence biz ipi burada kopardık.
Geçmiş dönemlerde İslam da ve bütün semavi dinlerde orijin itibariyle “bilim” ile “din bilgisi” diye bir ayrım hiçbir zaman yoktu.
Biz bu ayrımı dini ilahiyatçıya, bilimi bilim adamına bırakarak bir şekilde yaptık.
Örneğin 8. İle 13. Yy lar arasında “Beytül Hikme” dediğimiz dönemde Abbasi Halifesi 2. Memnun kurdurduğu çeviri çalışmaları ekibi daha sonra dünyanın kaderini etkileyecek bir enstitüye, bir araştırma merkezine dönüştü.
Batılı kaynaklardan ortalama 1000 yıl öncesi Pisagor, Aristo, Hipokrat, Öklid, Platon Galen Sokrat vb. eserler çevrildi. Bu çeviri ile yapılan bilgi transferi Arap, Fars diline çevrilen eserler sayesinde isimlerini çok iyi bildiğimiz yüzlerce bilginin yetişmesini sağladı. Bu bilginler bugün modern biliminde temellerini oluşturan bilgilerin, ilk temellerini oluşturdular.
Ama bu insanlar ilahiyatçı ve bilim adamı olarak ayrılmamıştı. Bu dönem bilginleri burada fetva verirken orada deney yapıyor, felsefe okuyor, matematik, tıp, astronomi ile ilgileniyorlardı. Dolayısı ile bilgi bir bütündü ve bu bütün içerisinde hakikati anlamaya çalışıyorlardı.
Ama ne yazık ki son beş yüz yüz yıldır İslam dünyasında sistemli bir bilim çalışması yok denecek kadar az.
Dünya bilimine katkı açısından 1.8 Milyar nüfuslu İslam dünyası, 5.5 milyon nüfusa sahip Finlandiya’nın gerisinde kalmıştır.
Geçmişte bilime cephe alan Kilise gibi Osmanlıda'da 1575'te 3. Murat sayesinde kurulan rasathane yine 1580'de yine 3. Murat’ın şeyhülislamı tarafından “razı edilmesi” sonucunda “melekleri seyrediyorlar uğursuzluk gelecek” diye top ateşiyle bir gecede yıkılmıştır.
Tophane'deki gözlemevi de aynı kadere kurban gitti. Bir şekilde inançlarla bilginin arasında bir sorun var. Ve bu bilime karşı tutum bütün tüm dinlerde ve topraklarda yaşandı, batıda daha sert yaşandı.
Ve sonrası dönemlerde batı var olabilmek için bu din-bilim mücadelesini hayatının varlık nedenine dönüştürdü bir dönem ve sonuçta ortaya “modern bilim” diye bir tanımlanan durum ortaya çıktı. Ve bugün üniversitelerimizde bilimle uğraşanlar modern bilimin birer çalışanıdırlar.
Bu durum bize çok şey kazandırdı.
Bir kere dünyayı ve kendimizi bambaşka açılardan gördük.
Yaşamın sırlarına yaklaşmaya başladık. Artık vücudumuzun nasıl çalıştığı evrenin sırları vb konularda çok bilgiye sahip olduk. Kainatın en kompleks problemi olan beyne girdik. Artık zekanın, zihnin yapayını üretecek kadar ilerledik.
Ama bir şeyler de kaybettik...
Bilhassa dünyanın canına okuyoruz!
Çünkü yarınını düşünmeyen insanın mahiyetinden habersiz bütünü göremeyen indirgemeci bir bilim var elimizde.
Yapabildiğimiz için yapıyoruz çoğu şeyi ve darmadağın ettik ortalığı.
Bugün insan ayağı basmayan yerlerde ve denizlerde canlılar okyanusa ulaşan insan çöplerinden ölüyorlar.
İnsan çöpleri insan ayağının basmadığı yerlerde hayatı tehdit ediyor.
O kadar yayılmacı ve dağınık bir durumdayız.
Bilim ve Din Farklı Yöntemler Kullanır.
Dini konular tümden gelim metodu ile işlenir. Yani şüphe edilmeyen, sorgulanmayan ve doğru kabul edilenlerin benimsetilmesi için konuyu destekleyen veriler, olaylar öne çıkartılırken desteklemeyenler veriler, bilgiler ise önemsizleştirilir ve bazen de eğilip bükülerek etkisizleştirilebilir. İstendik inançlar pekiştirilmeye çalışılır.
Kutsal kitapta olmadığı halde ya da var olan çarpıtılarak birçok manipüle yaklaşımlar sergilenebilir ve yine tümden gelim yöntemi kullanılır.
Bilim, tüme varım metodunu kullanır.
Yani ileri sürülen düşünceler araştırılır, sorgulanır, muhakeme edilir, analiz edilir.
İleri sürülen (düşüncenin) tezin karşıtı antitez ortaya konulur ve bir sonuca ulaşılmaya çalışılır.
Ve ulaşılan sonuç sentezdir.
Ancak sentez de bazen bir sonraki aşamada yine bir tez kabul edilir ve üzerinde çalışmalar devam edebilir.