"Ben griyim siyaha siyah beyaza beyaz olurum"

Etrafımızda o kadar çok kaliteli yazarımız var ki şu aralar pek fazla kimseyi okuyamıyorum.

En iyisi, bundan sonra kendim yazayım, bari kendi kendimi okuyayım dedim.

Bu konuyu evimizin neşesi, ailemizin bir ferdi olan köpeğimiz Chopin'e sordum. İlk önce gözümün içine bakarak hav dedi. Benim üzüldüğümü görünce hav hav dedi ve elimi yaladı.

Bu yüzden arada bir işten güçten fırsat bulunca artık bende yazacağım Lifebursa'da.

Okursanız eğer mutlu olurum.

Evet sayın okurlar ilk yazıma besmele ile başlayalım.

İstanbul'un Fethi, sadece bir çağı kapatıp, yeni bir çağ açmakla kalmadı arkadaşlar.

Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti "Konstantinopolis", Osmanlıların taht şehri yapıldı ve Sultan II. Mehmed, "Fatih" adını alarak "dünyada tek devlet, tek hükümdar" düşüncesiyle hareket etmeye başladı ruhu şad olsun, haziresine gül kokuları dolsun.

Sonraki padişahlar tarafından da benimsenen bu ideal çerçevesinde yeni bir düzen, yeni bir siyaset, yeni bir bakış devlet yönetimine hâkim olmaya başladı ve Osmanlılar imparatorluk olma sürecine girdiler.

Batılıların "Ottoman" dediği Osmanlının o günkü padişahı Fatih Sultan Mehmet, İslam ve Hıristiyan dünyası üzerinde mutlak hakimiyet kurmak istiyordu.

Bunun için hem "gaza ve ila-yı kelimetullah" davasını üstleniyor hem de Bizans'ın fatihi sıfatıyla Doğu ve Batı Roma toprakları üzerinde tarihi hak iddia ediyordu.

Çünkü Fatih, bir imparatorluk inşa etmekteydi ve kendi döneminde Eski Yunan ve Roma kültürünü onun kadar iyi bilen bir hükümdar yoktu.

Nitekim döneminin yazarları, Kritovulos ve Kemalpaşazade onu: "Roma İmparatoru", "Roma Kayzeri" olarak anmaktaydı.

Tarih ve coğrafyaya olan merakıyla Helen kaynaklarını okuyup inceliyor, başkentine eski Yunan heykellerini getirtiyor, Yunan-Roma Tarihi hakkında İtalyan ve Rum danışmanlarından bilgi ediniyordu.

Fatih Sultan Mehmet Han, Tarihi Roma İmparatorluğu toprakları üzerindeki hak iddiasını gerçekleştirebilmek için önce Bizans'tan yani, Doğu Roma'dan kalan bölgeleri teker teker idaresi altına almaya başladı.

Başarısız olan Belgrad Kuşatması'nı saymazsak, İstanbul, Akdeniz Adaları, Sırbistan, Kırım, Arnavutluk, Eflak-Boğdan, Bosna, Mora, Karadeniz, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Adriyatik'i Osmanlı egemenliğine aldı.

Fakat "Konstantinopolis" yani İstanbul'dan sonra en büyük hedefi İtalya-Roma'ydı.

Bu hedefe giden yolda önemli bir bölgeyi ancak ölümünden bir yıl önce ele geçirilebilecekti.

Fatih Sultan Mehmet Han, Arnavutluk'u fethetmek amacıyla birçok akıncı birliği gönderdi.

Akıncılar Dalmaçya kıyılarını geçip akınlarını yoğunlaştırdıkça, Adriyatik Denizi'nin karşı yakasında, İtalya'da korku baş gösterdi.

Osmanlılar karşıda yangın çıkardıkça Venedik'in San Marko kilisesi alarm çanlarını çalıyordu.

Akıncılar daha 1477'de İtalya'nın kuzeydoğusundaki Friuli'ye girerek bazı yerleşim birimlerine dayandılar.

Fakat ertesi sene daha büyük kuvvetlerle gelen bu atlı kuvvetlerimiz ülkede büyük bir paniğe neden oldu.

Bunun üzerine Venedikliler, Osmanlı-Venedik Antlaşması (1479) istemek zorunda kaldı.

Bu arada, tüm bu bilgileri tarihi kaynaklardan okuyup not ediyorum ha!

Zaten ben tarihçi değil, tüccarım.

İnsanların da kumaşından iyi anlarım.

Hangi kumaşın ipliğinin kaç denye olduğunu pazara çıkartmayı iyi bilirim.

Neyse konumuza dönelim, Osmanlı tehlikesini atlatan Venedik Cumhuriyeti, Katolik Ferdinand adıyla ün yapmış İspanya kralıyla da savaşıyordu ki, Napoli kralı Ferdinand da bu savaşta İspanya'yı destekliyordu.

Napoli'ye sorun çıkarmak isteyen Venedik, İstanbul'a Sebastiano Giritti adında bir elçi yolladı. (Kaynak: Muhteşem Yüzyıl Dizisi)

Elçi, Puglia ve Calabria'nın büyük şehirlerinin Doğu Roma İmparatorluğu'na ait olarak Yunan göçmenler tarafından kurulmuş olması nedeniyle Mora ve Bizans fatihinin bu bölgeleri kendi malı olarak isteme hakkı olduğuna dair Sultan II. Mehmet'i ikna etti.

Adam zaten padişahların şahı.

Napoli Krallığı'nın, Osmanlı'yla olan ittifak anlaşmasını bozarak, Türk kuşatması altındaki Rodos Şövalyeleri'ne yardım göndermesini de bahane eden padişah, Gedik Ahmet Paşa'ya donanmasını hemen yukarı Arnavutluk sahilinden Avlonya limanına götürmesini ve oradan asker alarak Puglia kıyılarına çıkmasını emretti.

Toplam 100 gemiden oluşan Osmanlı donanması 28 Temmuz 1480 tarihinde Otranto limanına demir attı.

Otranto neresi biliyor musunuz?

Avrupa haritasında çizme gibi görünen şimdiki İtalya'nın tam topuğundaki bölge.

Sipahiler hemen şehri kuşattı, şehir direnmek istedi fakat fazla dayanamadan 11 Ağustos 1480 tarihinde ele geçirildi.

Osmanlılar şehre yerleştikten sonra Brindisi, Lecce, Taranto yönünde hamleler yapsalar da Napoli'den gelen büyük kuvvetler tarafından ne yazık ki püskürtüldüler.

Sultan ileriki zamanlardaki fetihler için Otranto'yu bir üs olarak kullanmak istiyordu, amacı buydu.

Padişahın bir ordunun başında bizzat İtalya'ya geleceği söylentileri dolaşıyordu ortalıkta.

Türk istilası korkusu öyle bir hal aldı ki, höt korkusu altındaki Papa Fransa'daki Avignon'a kaçmayı bile düşündü ama Cenova, İspanya, Portekiz gibi çeşitli yerlerden gelen yardımların ardından vazgeçti.

Papa'nın poposu Türk korkusundan üç buçuk atıyordu.

Ve kardeşlerim, Fatih Sultan Mehmet 3 Mayıs 1481'de öldü.

Devamında oğulları II. Bayezid'le, Cem Sultan'ın mücadelesi başladı.

Bayezid Gedik Ahmet Paşa'yı İstanbul'a çağırınca, İtalya ve Arnavutluk'taki yönetim Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa'ya verildi.

Napoli kralı Osmanlı'nın dikkatini dağıtmak için Arnavut isyancıları destekledi.

Daha sonra Arnavutluk'ta isyan çıktı ve Otranto-Avlonya-İstanbul arasındaki haberleşme kesildi.

Bu sırada Macar kralı sınır bölgelerinde çeşitli saldırılar düzenledi.

Otranto'da bırakılan 8 bin askerlik Osmanlı birliği karadan ve denizden kuşatıldı.

Tam 6 ay devam eden kuşatma sonrası erzak sıkıntısı çeken garnizon daha sonra teslim oldu ve 2050 asker esir oldu kaldı orada.

Kimi kaynaklara göre 13, kimine göre de tam 18 ay boyunca İtalya'nın Otranto bölgesi bizim oldu.

Fatih Sultan Mehmet son seferini yapmak üzere Anadolu yakasına geçtiğinde, Avrupa'nın casusları bu girişimi bağlı oldukları ülkelere haber vermek için çoktan yola çıkmışlardı bile.

Oysa pek çok tarihçiye göre bu bir savaş hilesiydi.

Önce sanki doğuya sefer düzenlermiş gibi karşı yakaya geçecek, sonra geri dönerek Batı Roma'nın kalbi olan İtalya'ya doğru sefere çıkacaktı padişahlar padişahı şah.

Tüm bu olaylardan 500 küsur yıl sonra, 12 Şubat 2013 tarihinde görevinden istifa eden Papa 16'ncı Benediktus' un bu yöndeki kararnamesini imzalayan Arjantinli yeni Papa I'nci Francesco, Vatikan'ın ünlü Aziz Petrus meydanında düzenlenen ve on binlerce Hristiyan'ın katıldığı "azizlik" töreniyle, 1480 yılında İtalya'nın güneyinde, Otranto'da Osmanlı'ya karşı savaşan 800 Hıristiyan'ı aziz ilan etti.

Törende konuşan Papa, "Biz, bugün Otranto ölülerine hürmet ederken, dünyanın pek çok yerinde bugünlerde halen şiddete maruz kalan pek çok Hıristiyan'a Tanrı'nın, cesaret, sadakat ve kötülüklere iyilikle cevap vermesini diliyoruz" dedi.

Otranto'nun bulunduğu Puglia Bölgesi'nden olan Kardinal Angelo Amato'nun, 800 Otrantolu'nun, İtalya'yı, Katolik ve Hıristiyan kimliğini koruduğunu belirten ifadeleri de yayınlandı.

Aradan geçen yüzyılların ardından Otranto ve azizleri nereden çıkmıştı şimdi durup dururken?

Otranto neydi? Orada neler olmuştu? Yüzyıllar önce yaşamış insanlar, neden aziz yapılmıştı?

Yeni Papa neden Otranto konusunu hatırlamış veya hatırlatmak istemişti?

Otranto acaba neyin simgesiydi ve ne ifade etmekteydi?

Otranto seferi Akdeniz'de, 15 ve 16'ncı yüzyılda, Türklerle Venedikliler arasında oynanan büyük stratejik bir oyunun ayrılmaz bir parçasıdır.

1470 yılında, yani Fatih döneminde, Eğriboz da alınmıştır.

Burası da önemli bir üstür ve Venedik'in Akdeniz'deki çıkarlarına karşı ciddi bir darbe olarak görülmektedir.

Venediklilerin buna yanıtı, Kıbrıs üzerindeki egemenliklerini pekiştirmek ve tahkim etmek olmuştur.

Otranto seferi de, stratejik bağlamda, Fatih'in riskli, fakat cesur ve kapsamlı bir karşı hamlesidir.

Tam 30 yılın ardından Türkiye'nin Akdeniz ve Karadeniz'deki hamleleri, Azerbaycan'daki Karabağ zaferi de öyledir bana göre.

Neyse, Osmanlı Türkleri bölgeden ayrıldıktan sonra Venedik Dükalığı Otranto'ya bir belediye başkanı atıyor.

Bundan sonrası bir arkadaşımın anlattığına göre devam edecek tarih kitaplarına göre değil...

Mudanya gibi güzel bir sahil kenti Otranto.

Adamın adı "Don Henry Camicia".

İtalyancada "Camicia( gömlek)" yani Don Gömlek Henry gibi bir mana taşıyor aslında.

Bu Henry'nin babası aslında iyi bir terzi. Fakat Henry hem babasının dikiş işlerini devam ettirip hem de tesisat, döşeme ve füniküler işlerini yapıyor.

Hatta İstanbul'daki Karaköy'ü İstiklal caddesine bağlayan dünyanın ilk metro fünikülerini de onun firması DON FÜNİKÜLER'in yaptığı rivayet ediliyor.

Çok yakın bir arkadaşı var bu Henry'nin at nalı ustası, Adriano Horomokomo Buramako.

Bir tarafı Japon'muş bunun; ailecek oradan göçüp Venedik'e gelmişler.

Kızını bu Don Henry Gömleğin yanına sekreter olarak veriyor, biraz da meslek öğrensin diye Adriano Horomokomo Buramako.

Fakat Henry Ortodoks, kız ise Katolik!

Adriano diyor ki Henry'ye:

"Eti senin kemiği benim."

Zaten kemikli sevmeyen Henry, Agora'daki dükkanın da her yalnız kaldıklarında kıza doğru yavaş yavaş yürümeye başlıyor.

Kızın adı:

"Pink Rosa" yani, Türkçe'deki manasıyla "Gülpembe".

Henry, kendisine en yakın arkadaşı tarafından emanet edilen Gülpembe'yi bir gün tesisat borusu döşerken ayartıyor, kendi karısını boşayıp, Katolik Pink Rosa 'yı (yani bizim Gül Pembe'yi) nikahına alıyor iyi mi?

Sonra da Otranto'ya Belediye Başkanı yapılıyor bizim Don Gömlek Henry !

Her merasimde ve her milli bayramda, Otranto Belediyesi Mızıka takımına "Gülpembe" şarkısını çaldırtacak kadar seviyor Gül Pembe'yi bizim Henry.

İlahiler çaldırması gerekirken karısının adını taşıyan Gül Pembe şarkısını çaldırıp duran Don Gömlek Henry 'nin bu hareketini öğrenen Papa duruma çok bozuluyor ve son kez bir haber yolluyor:

"Sinyore Don Henry Camicia ti toglierò la mente."

İlk yazım için biraz uzun oldu, sürçü lisan ettiysek af ola.

Hikayenin devamını daha sonra anlatmak üzere kalın sağlıcakla.