Pandemi nedeniyle verilen iki yıl aradan sonra Bursa BŞB'sinin Ramazan’da Balkanları ziyaret programının Kuzey Makedonya ve Kosova ayağına katıldım.

Ramazan ayında iki güne iki ülkede iki iftar ve Türkiye Büyükelçilikleri, Murat Hüdavendigar türbesi, Belediyeler gibi olmazsa olmaz ziyaretler sığdırmak zorlu bir maraton yaşattı.

Yaklaşık 20 kişilik kafilede Bursa Milletvekilleri Refik Özen, Zafer Işık, Vildan Yılmaz Gürel ile BŞB Başkan Vekil ve Yardımcıları Süleyman Işık, Murat Demir, Halide Serpil Şahin vardı.

Gördüklerim, yaşadıklarım ve sorduğum sorulara aldığım yanıtlardan sonra ufukları yetmediği için bu tür ziyaretleri gör gözüm yolları, iç soğuk suları fasıldan değerlendirenler için söylenecek tek söz Allah ıslah etsin olur.

Bu tür organizasyonlara Bursa’da yaşayan Balkan kökenli iş insanlarının neden destek vererek gezilere sponsor olmasının anlamını günün sonunda aldığınız Z raporunda anlıyorsunuz.

Kuzey Makedonya'nın başkenti Üsküp’e iniş ile başladı öykümüz…

Hava alanından Üsküp’e intikalimiz yaklaşık 70 km ama yollar bozuk olduğu için bir saati geçti.

Yani iki de bir Yenişehir hava alanı Bursa’ya uzak deyip, Heykel’ e uçak indirmek isteyenler burasının ve hatta Prizen hava alanının merkeze olan uzaklıklarını görseler Yenişehir’i fazla yakın bulurlar.

İlk olarak Kuzey Makedonya Büyükelçimiz Hasan Mehmet Sekizkök’ü ziyaret ettik.

Hal hatır sorma faslından sonra hoşunuza gitmeyen şeyler anlatacağım diyerek söze başladı ve K. Makedonya’da hakim olan Arnavut milliyetçiliğinin nüfus sayımında çektiği operasyonla zaten azınlık kalan Türk nüfusunun daha da az gösterildiğine dikkat çekti. Bir de Türk iş insanları burada yatırım yaparken çok dikkatli olmalı demesini yadırgadım.

Oysa aynı gün DOSABSİAD ve TÜGİAD Genel Başkanının Kuzey Makedonya ziyareti vardı.

Büyükelçinin "gerçekleri söylüyorum" derken sorunu çözümsüz ve Türkiye tarafından gerekli adımların atılamadığı gibi anlatmasını içime sindiremedim. 

Sonraki durağımız Çayır Belediyesi oldu.  

Belediye binasının bahçesinde bina giriş kapısının önünde tam karşımda bir heykel belirdi.  

Burada da mı İskender bizi karşıladı diye düşünerek yaklaşınca heykelin üzerindeki plakada Thomas Woodrow Wilson ABD Başkanı (1856-1924) yazdığını okudum ve aklıma yazdım. 

Belediye Başkanı İzzet Mecidi ve Meclis üyeleri bizi toplantı salonunda ağırladı.

Selamlama konuşmalarında Türkiye’nin önemine vurgu yapan Başkan Mecidi, Türkçe eğitimin okullarda müfredata sokulduğunun altını çizdi.

Süleyman Çelik Başkan konuşmasında Bursa’dan selamlar getirdiğini söylerken, birlik ve beraberliğin önemine vurgu yaptı.

Benim aklım Prezidant Wilson da takılı kalmıştı!

Toplantı sonra ererken elimi kaldırıp söz istedim ve “Belediyenin bahçesinde bizi Wilson karşıladı. Bunu anlamlandırır mısınız?“ diye sordum.

Bana 1. nci Dünya savaşından sonra Wilson prensiplerinin uygulanması sonucunda, Fransa ve İngiltere’nin kıskacında olan Balkanlardaki halkların özgür olduğunu ve yüzüncü yıl anısına bir şükran ifadesi olarak dikildiği anlattılar.

14 maddelik prensiplere baktığımda 11.ci maddede şunlar yazıyordu.

“Yabancı askerler Romanya, Sırbistan ve Karadağ’dan çekilmeli, işgal edilen topraklar geri verilmelidir. Sırbistan'a denize serbest ve güvenli çıkış sağlanmalıdır. Çeşitli Balkan devletleri arasındaki ilişkiler tarihsel bağlılık ve ulusal sınırlar temelinde dostça görüşmeler yoluyla yürütülmelidir. Balkan devletlerinin siyasal ve ekonomik bağımsızlığıyla toprak bütünlüğüne ilişkin uluslararası güvenceler anlaşmada yer almalıdır.”

Oysa imzasının olduğu savaş sonrası Versay anlaşmasının ağır şartlarının 2.nci Dünya Savaşı'nın ve Nazi Almanya’sının oluşmasında büyük etken olduğu unutulmuştu.

Aslında Yugoslavya sonrası yaşananlar Wilson prensiplerinin pek de realiteyi yansıtmadığını gösteriyor.

Bölgedeki ABD etkisinin ilk işaretini aldım ve bölgenin geleceği için kafamda ciddi soru işaretleri oluştu.

Öte yandan bizde kazı kazan gibi bir türlü bitmeyen ve bazen sapla samana karışıp içimizde de karşımıza çıkan FETÖ'nün bölgedeki faaliyetleri ve gücü canımı daha da sıktı.

İftar zamanı dedik.

Çarşıda düzenlenmesi planlanan sokak iftar programı hava kışladığı için kapalı bir mekana alınmıştı. 

Büyükelçimiz ve protokol üyelerinin de katıldığı halk iftarında oruçlarımızı açtık.

Önce Kuran ardından ezan, yemek sonrası da selamlama konuşmalarından sonra 18 saatlik duraksız maratonun yorgunluğu ile otele döndüğümüzde hala Üsküp ile ilgili hiçbir şey görmediğimi düşündüm.

Yol arkadaşlarımdan Hanefi Yıldırım’a “Yarın 12 de hareket edeceğiz. Ben 10 da çevreyi gezeceğim var mısın?” dedim. 

İyi ki "varım" dedi.

Pazar günü sabah 09.30 da Üsküp çarşıya daldık. 

Bütün dükkanların kapalı olmasını saatin erken olmasına yorduk ama gerçek farklı idi.

Pazar çalışmalarında personele iki kat mesai ücreti ödeme şartı ağır geldiği ve yakalanana 5 bin Euro ceza yazıldığı için dükkan açmıyorlardı.  

Birkaç işportacı ve tek kişinin çalıştığı birkaç dükkan dışında insansız kent hali vardı.  

Yorgun evler yorgun sokaklardan sonra sanki sahnenin önüne çıkmışız gibi her yanının heykelle dolu olduğu bir dünyaya merhaba dedik. 

Her beş heykelden ikisinin İskender heykeli olduğunun altını da çizelim.

Kent meydanı trafikten arınmış ve gerçekten çok güzeldi.

Orada bizim gibi düşünen Murat Demir ve Halide Serpil Şahin ile karşılaştık.

Bir şapka alayım dedim. Fiyatta anlaşamadık.

Satıcı bana şapkayı methetmek için "bunlar İstanbul’dan geliyor" dedi.

K. Makedonya arafta kalmış 25.7 bin km2 yüz ölçümü olan 2 milyonluk fakir bir ülke olup şaibeli sayımda yüzde 62.4 Makedon ağırlıklı bir nüfus, ardından yüzde 25 Arnavut ve yüzde 4 Türk ve diğerleri geliyor.

Orada şuna tanık oldum. 

Arnavut halk üst kimlik olarak kendini Müslüman ve Türk olarak görüyor.

Dahası K. Makedonya’da dinini ve kimliğini yaşayabilmesi için Türkiye’nin kendilerini yalnız bırakmamasını istiyordu.

Kendimize ayırdığımız kısacık zamanda Üsküp’ün merkezinde tur atarken Etnik Arnavut milliyetçiliğinin zirve yapmış halini gördüm. 

Türk –Arnavut – Müslüman üçlemesinin etnik milliyetçilik kisvesi altında kimler tarafından itina ile bozulmaya çalışıldığını ve Türkiye Cumhuriyetinin bu oyunun farkında olarak attığı adımları, Kosova’da gördüklerimizden sonra Türkiye’nin vırt zırt Balkanlarda ne işi var diyenlerin bile şaşıracağı anıları ve yapmamız gerekenleri “Elveda Rumeli” dememek için (2)” de paylaşmak üzere...