Çocuk yaşta evlendirilmişler. Şu an 2 ve 4 yaşında iki çocukları var.

Eşler birbirlerini seviyorlar. Ama mutsuzlar.

Çünkü evliliğe ve birbirlerine acemiler.

Hayata acemiler. 

Erkek oldukça muhafazakar, ailesinin telkinleri ve eşinin beklentileri arasında bunalmış. 

Ve kadın çok mutsuz, boşanma noktasında. 

Kadın, “kocam benimle ilgilenmiyor, elimden tutmasını istiyorum. Sofrada bir güzel bakışına hasretim. En çok da ne isterim biliyor musunuz? Şöyle ikimize bir kahve yapayım, karşılıklı içelim. Konuşmasak da sadece beni hissetsin istiyorum. Bunun maddi bir bedeli yok, parayla satın alınamayan ama benim için çok değerli bir şey. 

Kocam ise son derece ilgisiz, içe kapalı ve az konuşuyor. Ona doğru yöneldiğim de beni itekliyor.

İsterim ki bir gün bulunduğumuz yerden uzaklaşmak mesela sizin buralara Mudanya’ya gelmek, eşimin elinden tutmak ve denize karşı bir bahçede oturmayı çok istiyorum. Yani bir bank da olabilir. Ben el ele gezenleri gördükçe içim sızlıyor…” 

O sürekli anlatıyor hiç susmak istemiyor.

Belli ki kendisini yargılamadan, susturmadan, anlamasına dinleyen birisine de çok ihtiyacı vardı

Yani insanların en büyük ihtiyacı anlatmak; anlaşma olmasa da anlaşılmasına dinlenilmek. 

En mutlu insanlar ise öncelikle kendileriyle, sonra diğerleri ve çevreleriyle sağlıklı ilişkiler içinde bulunanlar.

İnsanları var etmek için sadece anlamasına dinlemek yeterlidir. 

Var olmak demek, özellikle değer verdiği eşinin gözünden kendisini değerli görmek, sevildiğini işitmek, ilgi görmek.

Kadının en temel ihtiyacı buydu. 

Onun bu kendini açma, içindekileri dökme anlatma açlığını çok derinden hissediyorum.  

Ben sadece dinliyorum.

Bazı cümleleri komik, tuhaf ve saçma da gelse ben ciddiyetle dinliyorum ve onu anladığımı belli ediyorum.

Belki de ilk defa anlaşılmış olmanın rahatlaması içinde.

İçindekileri paylaşması onun kimyasını düzeltiyor. 

O, o an orada bulunmaktan çok mutlu.

Daha sonra eşiyle de yalnız görüşüyorum. O bir koca olarak eşinden hiç de haberdar değil. 

“Hocam ev kendimizin, namerde muhtaç değiliz şükür. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda, ona el kaldırmadım, küfür etmedim daha ne yapayım ki?

Ben işten yorgun argın geliyorum, o habire konuşuyor. O an ben susmak istiyorum, dinlenmek istiyorum. O ise beni hiç anlamıyor.  Onu anlamak mümkün değil. O aslında yokluk görmemiş. Daha ne yapabilirim ki…” derken anladım ki, onların alması gereken çok mesafe vardı.

Ve ilk sohbetimiz önce uyum sağlamak, anlatmak anlaşılmak, durum tespiti, insanların beklenti ve ihtiyaçlarının ifade edilmesi vb. üzerineydi.

Sonraki görüşme olumlu olumsuz yönler, öneriler, kadın erkek farklılıkları, en sık çatışma alanları, çatışma yönetimi, konuşma ve dinleme becerileri, bilinçli farkındalığın artması, kendilerini tanımaları, güçlü güçsüz yönleri, kırmızı çizgileri, duygusal kalıpları…  

Onlara okumaları için oldukça basit anlatımlı, en temel iletişim bilgileri, evlilik sürecinde en sık karşılaşılan sorunlar ve çözüm yolları, çocuklar, kadın ve erkek farklılıkları, cinsel yaşam vb konuların yer aldığı kitabı veriyorum.

Gelecek sefere kadar kitabı anlamasına okumalarını özellikle istiyorum.

Ama onlar belki hayatında bir iki kitap ya okumuşlar ya da hiç okumamışlar. Özellikle erkeğin “hocam bu da nereden çıktı şimdi” bakışına karşılık kadın “hocam ben bu kitabı satır satır okuyacağım, isterse bir de eşime sesli okurum” derken kendisini çözüme adamıştı...

Ve son buluşmamızda çok şey değişmişti.

Ele ele geldiler.

Kadın mutlu idi.

Görüşmemizin sonuna doğru gül satan roman kız masamıza geldi. 

Bu gül satan hanım kız ilk buluşmamızda masamızın yanından geçmiş ancak bizim masada “ekmek görmemişti” 

Yani kadına ve adama bakmış ve es geçmişti.  

Şimdi ise gülü satabileceğini kadının bakışlarından anlamış olmalıydı.

Ben gül almaları konusunda onları özendirmedim; nötr kaldım.

Görmek istedim geldikleri noktayı.

Belli bir aşama kaydedilse de henüz tam yeterli seviyede değillerdi.  

Ve beklenmeyen bir şey oldu!

Adam, gülü satma umudunu yitirdiği için masamızdan ayrılan satıcı kızı çağırdı. 

Çok istekle satın aldığı kırmızı gülü eşine hediye etti. Roman kızın bakışları gülü alan kadına takıldı kaldı. 

Kadın titriyordu, gözyaşlarını tutamadı. Ve benden utanarak, “hocam ilk defa yaşıyorum bu anı” derken sözleri bana, bakışları kocasındaydı. 

Ve ben “gülü veren kocasına, gülüveren kadın” öyküsünün mimarıydım.

O an belki onlardan çok daha mutluydum. 

Kıyıda oluşan dalgaların sesi, hafif esen ikindi rüzgarı ve iyot kokusunun farkına yeni varıyorduk sanki.

Tazelenen çaylarımızı yudumlarken şimdi her şey daha güzel görünüyordu, onca yıldan sonra birbirlerini ve kendilerini yeni tanıyanlara.

Ve eminim ki, onların en güzel günleriydi bu kırmızı gül ile taçlanan günleri.