1- Tüm beklentilerinizi sıfırlayın!
Erzurumlu Muhammed Lütfi Efe “umma ki küsmeyesin” der.
Mutsuzluklarımızın temelinde çoğunlukla beklentilerimizin karşılanmaması vardır. Bir konuda beklentimiz arttıkça o beklentimizin karşılanmaması durumunda o beklenti artık hayatımızın anlamı olmaya başlıyor.
Beklentiler hayatın akışını ıskalamamıza neden olabiliyor.
Beklentisi olmayan kişi, hayatın akışını en verimli yaşayandır; anı yaşayandır.
Şimdi ve burada, kendisi olabilendir.
Onlar beklentisizliğin rahatlığı içindeler, belli bir amaçları var; o amaçları doğrultusunda ellerinden geleni severek ve zevkle yapıyorlar ancak hedeflenen sonuç ne olursa olsun, bunu bir deneyim olarak görüyor ve sadece ders almaya bakıyorlar.
Ve onlar hayattan hiçbir şey beklemedikleri içinde gelen her şeyi ödül olarak görüyorlar.
Ör: Bir yerden beş bin lira beklerken iki bin lira gelse mutsuz oluruz. Ancak beklentinin hiç olmaması durumunda bin lira da gelse mutluluk nedenidir.
Hayattan ne kadar çok beklentimiz varsa o derece mutsuz oluruz.
2- Her zaman belli bir mantığa göre yaşamak, kurallı ve mükemmel olmak mümkün değildir.
Psikiyatri Profesörü Engin Gençtan “Hayatı mantıklı yaşamaya çalıştıkça daha çok mantıksızlaştırırsınız” diyor.
Evet, bazılarımız “mantıklı yaşamak” adına birtakım ilkelere, kurallara uyar mükemmeliyetçiliği yüceltiriz.
Ancak unuttuğumuz bir şey var ki, biz bu kaotik hayatın bir parçasıyız.
Parçası olduğumuz ve kontrol edemediğimiz hayat ise kaostan ibarettir.
Hayat kaotiktir ve kuralsızdır.
Bizim dışımızda gelişen sosyal, siyasal, iklimsel, coğrafik ve pandemi salgın süreçleri, küresel savaşlar bize rağmen oluşabilecek sağlık sorunları, ekonomik sorunlar, ilişki sorunları gibi olayların oluşturduğu kaotik ortamda tüm insanları ilgilendiren ve hesapta olmayan birçok durum gelişecektir.
Örneğin Rusya-Ukrayna savaşı sonunda artan petrol fiyatları, azalacak turizm gelirleri vb ülkemizi ve bizleri çok yakından ilgilendirmektedir. Ve bu öngörülemeyen kaotik bir durumdur.
Dünyanın neresinde, hangi ülkeler çatışacak ve bize yansıması ne olacaktır?
Bir kişi olarak kimlerle hangi ilişkiler içinde olacağız hangi kazalara maruz kalacağız?
Ne zaman öleceğiz?
Yaşadığımız sürece nelerle karşılaşacağız?
Hayat, bir mantık üzerine ilerlemeyen tamamen bir kaostan oluşan bir düzendir.
Kaostan kaçmak, gerçeklerinden kaçmak, hayattan kaçmak değil midir?
Mantığı kaos olan bu hayatı, hangi mantık, kural ve ilkeli yaşam ile yaşayabiliriz?
Bu durumda olması gereken hayatı akışında yaşamak gerekmez mi?
Bu Kaotik Öngörülemez Hayatı Nasıl Yaşamamız Gerekir?
Yapmamız gereken şey hayatın akışı içerisinde maruz kalacağımız tüm kaotik olayları kabullenmemiz.
Çin dilinde ‘kriz’ ve ‘fırsat’ aynı kelimedir. Krizlerin yarattığı fırsatları görerek durumu lehimize çevirebiliriz.
Yine Engin Gençtan’ın cümleleriyle konuyu tamamlarsak
“Rüzgarın yönünü değiştirmeye çalışmaktan vazgeçip, rüzgarın beni attığı yerde savaşmayı tercih ediyorum”
Ör: Kaotik hayatın bir parçası pandemi sürecinde tüm hayatımız, kurallarımız, ilkelerimiz ve mantığımız alt üst oldu ama biz savaşmayı bırakmadık.
3- Kendinizi kabullenin!
Orhan Boran (1928-2012)
"...Çok konuşan yönümü kabullenmek ve faydalı olabileceğinin farkına varmak zamanımı aldı.
Çevrem benim çok konuştuğumdan dolayı rahatsızlık duyar ve şikayet ederdi. Ben bu yönümü çok çaba göstersem de değiştiremedim ama kendimi Türkiye'de ilk defa stand-up geleneğini başlatan olarak buldum. Artık o şikayet edilen yönüm sayesinde popüler olmuş ve para kazanmaya başlamıştım. Konuşkan yönüm bendim; benim kimliğimdi değişmem mümkün değildi. " diyordu...
Evet
Değiştiremediğimiz yönümüz, çevremiz şikayet de etse bizi biz yapan kimliğimizdir.
Şikayet etmek, değiştirmeye çalışmak yerine o yönümüzü kabul etmek ve o yönümüz sayesinde neleri üretebilir; neler yapar; nasıl kullanışlı hale getirebiliriz? diye düşünmek gerekir.
4- Kitlelere konuşmak hiç de kolay değildir.
Kitlelere hitap edenler sadece stand-upçılar değildir.
Eğitimciler, siyasiler, sanatçılar vb kitlelere hitap etmektedirler.
Yüzlerce kişinin önünde bir kişiyle sohbet eder gibi konuşmak kolay değildir.
Kitlelerin önüne eğitim, eğlence, motive etme ya da siyasi amaçlarla da çıkılsa birçok yeteneğin ve meziyetin bir arada olması gerekir.
İyi bir konuşmacı olabilmek için
Bilgi birikimine, kıvrak zekaya, düzgün diksiyon, akıcı konuşabilmeye, güçlü sezgilere, mizahi yöne ve sürekli kendini güncellemeye gerek vardır. Bazen bir saatlik bir konuşma için uzmanlık alanın da olsa hedef kitleye yönelik tekrar onlarca saat ön çalışma ve hazırlık gerekebilir.
İyi bir konuşmacı olabilmek için her şeyden önce de ortalama üstü ancak gerçeklikten kopmamış bir narsistik yön, güçlü ego ve özgüven gerekir.
Çünkü hitap ettiğiniz kitle sunduğunuz konunuzla ilgili uzmanlardan da oluşsa ancak güçlü ve ortalama üstü yönlerimiz sayesinde rahat olabilirsiniz.
Ve en son Bursa Kitap Fuarı söyleşimde kendi zayıf yönlerimden bahsettim.
Yaptığım hatalardan ve yanlışlarımdan bahsettim.
Katılımcılar çok daha fazla ilgi gösterdi.
Ön sırada oturan bir gencin psikoloji son sınıf öğrencisi olduğunu söyleşimiz sonunda öğreniyorum.
Onun bakışlarında bilinçli hal, etkili ve kritik soruları vardı.
Söyleşi sonunda “Hocam siz aslında tüm salonla terapi sürecine girmiş gibiydiniz. Bizi kendi alanınıza çektiniz. Hipnotik cümleler kullandınız vb” dedi.
Evet yaşamış olduğum öykülerimde eminim ki kendilerinden bir şeyler buldular. Amacım da buydu zaten.
5- Uygun mesafeyi dengelemek
Soğuk bir günde bir grup kirpi ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ve o çok sivri dikenlerini ellerinde olmadan birbirine batırırlar. Hem ısınabilmek hem de dikenlerden korunmak için en uygun mesafeyi bulmak zorunda kalırlar.
Kirpiler ve insanlar!
Kimse kimseyi değiştiremeyeceğine göre uygun mesafeyi dengelemek durumundalar.
İnsan insanın kurdu da olsa, insan insansız yapamaz.
6- Michelangelo’nun 87 yaşında söylediği çok değerli iki kelime var; “Ancora Impa ro” yani “Hala Öğreniyorum”
Evet en önemlisi bizler ölünceye kadar bu hayatın öğrencileriyiz. Unutmayalım ki imkan ve motivasyon olsaydı çoğunluk insan birden fazla alanda uzmanlaşabilecek zihinsel kapasiteye sahiptir. Okumak, araştırmak, gözlemlemek, sormak ve sorgulamak, sürekli gelişim içinde olabilmek bizim için en büyük nimettir.
Öğrenme süreci öğrenme mutluluğu ile birlikte aydınlanma ve bir terapi sürecidir.
Kitap okumak, bibliyoterapi yani kitapla tedavi sürecidir.