Mustafa İsmet, 24 Eylül 1884'de İzmir'de doğmuştur. Evli ve üç çocuk babasıdır. 1901'de girdiği Topçu Harbiye sınıfını 1903'te birincilikle bitirmiş ve teğmen olmuştur. Okul başarısı nedeniyle Erkânı Harbiye yani kurmay sınıfına ayrılmış ve burayı da birincilikle bitirerek "altın maarif" madalyası almıştır.
1903'te girdiği Harp Akademisi'nden, yine sınıfının birincisi olarak Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuş ve ilk görev yeri Edirne'de ordu merkezine atanmıştır.
1908'de kolağası(binbaşı) rütbesiyle kurmaylık görevine getirilmiştir.
26 Şubat 1910'da Yemen'de İmam Yahya'ya karşı hükümet tarafından harekete geçirilen kuvvetlerinin başına atanmış ve İmam Yahya ile yapılan mücadeleler ve görüşmelerde oldukça başarılı olmuştur.
İsmet İnönü'nün görev anlayışındaki titizliğinden ve başarılarından etkilenen Osmanlı Genel Kurmayı, Balkan Harbi'nin çıkması üzerine İstanbul'a onu çağırır. 11 Nisan 1913'te Bulgar delegeleriyle İstanbul'da barış görüşmeleriyle görevlendirilir.
2 Ağustos 1914'te ilan edilen genel seferberlik ile 1. Ordunun kurmaylığına atanmış ve başarılılarından dolayı 16 Ağustos 1915'te "gümüş harp liyakat madalyası" kazanmıştır.
İnönü cephede görev istemiş, 2 Ekim 1915'te 2. Ordu Kurmay Başkanı olmuştur. 12 Aralık 1916'da Kafkas cephesindeki üstün başarıları nedeniyle Altın Harp madalyası kazanmıştır.1918'de Şeria Vadisi'nde kolordusu ile başarılar kazanmıştır.
Osmanlı Genel Kurmayı'nda oldukça başarılı olan İsmet Paşa, 8 Ocak 1920'de ilk defa Anadolu'ya geçmiştir ve sonrasında TBMM'ye Edirne milletvekili olarak girmiştir.
Garp komutanlığına atanmış, Çerkez Ethem kuvvetlerini tasfiye etmiş, 10 Ocak 1921'de 1. İnönü savaşını kazanmış ve tuğgeneralliğe yükseltilmiş ve 31 Mart 1921'de 2. İnönü Savaşı'nı kazanmıştır.
9 Eylül 1922'de kazanılan Milli Mücadele sonunda rütbesi korgeneralliğe yükseltilmiştir.
İsmet Paşa tek başına da olsa oldukça başarılı geçen sekiz günün sonunda Mudanya Mütareke görüşmelerini yönetmiş ve imzalamıştır. Mudanya Mütarekesi'nde yalnız olan İsmet paşanın karşısında 1. Dünya Savaşı galipleri İngiliz, Fransız ve İtalyan generaller vardır. Yunan ordusunun Anadolu'da sergilediği vahşet nedeniyle mütareke binasının önüne demirlemiş gemiden çıkmasını, Gazi Mustafa Kemal Atatürk yasaklar.
İsmet Paşa, 1922'de Edirne Milletvekili sıfatıyla Dışişleri Bakanı olmuş, Lozan Konferansı'na heyet başkanı olarak katılmıştır.
30 Ekim 1923 tarihinde, TC'nin ilk başbakanı olmuştur.
Atatürk'ün vefatı nedeniyle 11 Kasım 1938'de Cumhurbaşkanı seçilmiş 1950'ye kadar bu görevde kalmıştır.
25 Aralık 1973'de vefat etmiştir. Kırmızı ve Yeşil İstiklal Madalyası vardır.
Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa İsmet İnönü
İsmet İnönü oldukça titiz, detaycı, çalışkan, disiplinli ve dürüst bir vatansever ve dirayetli bir devlet adamıdır.
Öğrencilik dönemleri birincilikleri yanında, gerek savaşlarda gerekse müzakerelerde elde ettiği üstün başarıları, Osmanlı Genel Kurmayı ve padişah tarafından birçok defa ödüllendirilmiştir.
Onun bu başarıları 1920 sonrası Milli Mücadele dönemlerinde en kritik savaşlar ve görüşmelerde görev almasına neden olmuştur.
İsmet İnönü, risk almaktan çekinen, oldukça tedbirli hareket eden, olayların çözümlerini sürece yaymayı benimseyendir.
İsmet İnönü tam bir görev adamı ve çok iyi bir müzakereci olması Osmanlı dönemi Genel Kurmayı'nın da dikkatini çekmiş ve en kritik müzakerelerde onu görevlendirmiştir. Her şeye rağmen İsmet İnönü, bir Atatürk değildir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tüm dünyada hayranlık uyandıran, anıtları dikilen, adına birçok ülkede adına pullar basılan bir liderdir. Nutuk, ders kitabı ve yardımcı kaynak olarak birçok dünya üniversiteleri kütüphanelerine girmiştir. En kritik dönemlerde dahi okumayı bırakmayan, kitap yazan devrimci bir liderdir. Atatürk, oldukça isabetli öngörüleri sayesinde sürekli risk alan, atak ve cesur bir liderdir.
Atatürk, çoğu zaman bir adım sonrası tasarladıklarını idrak edilemeyeceğini birçok kereler deneyimlediğinden, kimseyle paylaşamamış yapayalnız bir liderdir.
Mustafa Kemal'in 1900 yılları başından beri planladığı cumhuriyeti kurma hedefini, cumhuriyet ilanı son gününe kadar "vicdanımda bir sır gibi sakladım" diyerek, Nutuk kitabında belirtir.
İsmet İnönü, neden hep hedeftedir?
Mili Mücadele öncesi işgalcilerce teslim olmuş Osmanlı Devleti'ne dayatılarak imzalatılan teslimiyet antlaşmalarını reddeden, işgale karşı vatan için, namus için isyan eden Anadolu halkı, Milli Mücadele sonunda TC kurulduğu yıllarda ülkemiz 15. yy koşullarının da gerisindedir.
30 Ekim 1923 Atatürk'ün İnönü'ye yazdığı mektup ile ülkenin içinde bulunduğu inanılmaz en acı gerçekleri anlatılır. (Bkz: Atatürk'ün İnönü'ye yazdığı mektup)
Tüm imkânsızlara rağmen, TC döneminin en yüksek kalkınma hızı yakalanır.
Cumhuriyet devrimleri ile sosyal, kültürel, eğitim, sağlık, sanayi ve ekonomik başarılar tüm dünyanın dikkatini çeker ve "Türk mucizesi" olarak tanımlanır.
Emperyalizmi dize getiren liderlere ve ulusal mücadeleleri ile diğer mazlum uluslara örnek olmasından dolayı büyük kayıplar veren emperyalist ülkeler için en nefret edilenler onlardır. Milli Mücadele sonrası sömürgeleştirdikleri ülkeleri bir bir kaybeden emperyalist ülkeler için Türk milletinin azmi ve kararlılığı ile sergilediği amansız mücadele onlar için en büyük kabustur.
TC'nin kurucularına karşı düzenlenen İngiliz destekli suikastlar, itibarsızlaştırma gayretleri ve çarpıtmalar hep devam edegelmektedir.
Milli Mücadelede esir düşen Yunanlı General Trikopis ve İnönü:
Milli Mücadele'nin en kritik dönemlerinde Uşak'ta iken Türk komutanların çadırına, esir düşmüş Yunan generaller getirilir. Komutanlarımız Trikopis ve diğer esir generallerle görüşürler.
İnönü, taarruzun ilk saatlerini kast ederek Trikopis'e sorar "benim hayret ettiğim bir şey oldu, biz sabah 4:30'da top taciz atışları ile taarruzu başlattık, 5:30'da tahrip atışına geçtik ancak saat 7:00'de sizin toplar tamamen sustular! Bunu anlayamadım" der.
Bunun üzerine Yunan General Trikopis; "Efendim sizin top atışlarınız o kadar isabetliydi ki, biz bir hata etmişiz, topçuların gözcülerini çok öne çıkartmışız ve hepsi isabet aldılar; toplar devre dışı kaldı! Dolayısı ile atışlarımızı devam ettiremedik."
İnönü, Topçu Harbiye Sınıfı ve Harp Akademisi'ni birincilikle bitirmiş, çok iyi yetişmiş bir Topçu Kurmay Subayı'dır. Onun isabetli atışları oldukça dikkat çekmiş, Avrupa'da dahi örnek gösterilir olmuştur. Onun isabetli top atışlarını Atatürk hep tebrik etmiştir.
1969 yılı İsmet İnönü, Abdi İpekçi röportajından
A. İpekçi: Atatürk ile aranızın açılmasında etrafınızdakilerin, sofradakilerin etkisi olmuş mudur?
İnönü: Şimdi mühim mesele budur. Bir hatıramı anlatayım. İçeride karışıklıkların olduğu ciddi meselelerin belirdiği sıraydı. Atatürk ile oturmuş vaziyeti konuşuyorduk. Ve o birden bana şunu dedi "Rejim aleyhtarlarının bir tek ümitleri kalmıştır. Aramızda çıkacak anlaşmazlık. Seninle benim aramda çıkacak bir anlaşmazlık. İçeride, dışarıda ümidi buna bağlamıştır. Bu hatırında olsun" der.
İnönü şöyle devam eder: "İşte bu nedenle arayı açmak isteyen herkes her şeyi, her vesile ile söylerdi. Bunlar Atatürk'e hiç tesir etmezdi. Ancak hastalığının son dönemlerinde tesir etmeye başladı. Hastalığı ilerledikçe artan dedikodulardan müteessir olmaya başladı. Benim teşhisim budur.
Atatürk ile çalışmamızı iki ayrı devrede izah edebilirim. Başlangıçtan hastalanana kadar şöyle olmuştur. Akşamları bir araya gelir toplanırız o coşar, biz coşarız. Meydan okuyucu birtakım konuşmalar olur. Hepimiz buna katılırız. Atatürk dahil "şöyle yapalım böyle yapalım" diye birtakım kararlar alır, gece geç vakitte dağılırız.
Ertesi sabah uyanınca düşünürüm "gece biz birtakım şeyler düşündük, birtakım radikal kararlar aldık" hemen kalkar ve Atatürk'e giderim onu yataktayken uyandırırım, oturup konuşuruz. "Dün akşam biz yine coştuk şunu yapalım bunu yapalım diye kararlar aldık. Ama olacak şeyler değil. Nasıl yapacağız?" O da bana "canım sen bildiğini yap" derdi.
Yine bir akşam aldığımız kararları ertesi sabah konuştuğumuzda artık "sen bildiğini yap" demiyordu! Israr ediyordu. Asabileşiyordu. Onda esaslı bir değişiklik olmuştu. Doktorlarına sordum onlar, "hastalığın son safhasıdır bu" demekteydiler.
Yani demek istediğim şudur ki, Atatürk'ün sıhhati ciddi olarak bozulduktan sonra dil hakimiyeti, sinir sükuneti zayıflamıştı. Bu birlikte çalışmamızı etkiliyor ve etrafında telkinler yapanlar için ümitli bir hal yaratıyordu."
Dindar olan ama dincileri eleştiren İsmet İnönü hep "dinsizlikle" suçlanmıştır
O en çok da nurcuları eleştirdiğinden dolayı, nurcuların hedefindedir.
İnönü kendi evindeki, "Allah'ın dediği olur" levhasının bir gazetede yayınlanmasına çok kızar. Kutsal günlere özel bir önem veren, zaman zaman namaz kılan, her sabah evden çıkarken eşinin kendisine dua etmesini isteyen, gerçek ve samimi bir Müslüman'dır.
İnönü'yü yakından tanıyan Ali Rıza Akbıyıkoğlu' derki
"İsmet Paşa, 1966 seçim yapılacak illeri geziyor, konuşmalar yapıyordu.
İl parti teşkilatından bazı arkadaşlar: "Paşam, dediler. Nurculuk propagandası, bizim dışımızdaki bütün partiler tarafından açıkça yapılmaktadır. Bizi dinsizlikle suçlamaktadırlar. Lütfen siz de yapacağınız konuşmada Allah'tan biraz bahsediverseniz. Biz de bu dinsizlik suçlamasından kurtulmuş oluruz."
İsmet Paşa hiç ses çıkarmadı. Az sonra meydanda halka hitap etti. Dini siyasete alet eden partilere ve politikacılara özellikle çattı. Konuşmasını 'Allahaısmarladık' sözüyle tamamladı.
Parti binasına döndüğümüz zaman, İsmet Paşa, arkadaşlara tebessümle 'Dediklerinizi yaptım! Beğendiniz mi?' dedi. 'Bana Allah'tan bahset dediniz. Ben de halka hitaben 'Allahaısmarladık' diye seslendim. Memnun kalmadınız mı?'
Paşa, Uşak'tan sonra Afyon ve Kütahya illerine de gitmiş, buralarda da dini siyasete alet edenlere ve millet bütünlüğünü bölmeyi amaçlayan Atatürk düşmanı Nurculara şiddetle çatmıştır.
İsmet İnönü'yü karalama kampanyaları
- Lozan antlaşmasının çarpıtılması: "1920 de Sevr'i gösterdiler 1923'te bizi Lozan'a razı ettiler. Lozan'ın gizli maddelerine göre Lozan yüz yıllıktır, Lozan bir hezimettir" sözlerine karşın ne söyleyebiliriz?
Öncelikle bunu söyleyenler büyük bir çelişki içindedirler.
Milli Mücadele kaybedilseydi "Türkleri yalnız İstanbul'dan değil Anadolu'dan tamamen söküp atacağız" diyen ve Çanakkale yenilgisinden beri kin biriktirmişlerin, Sevr'i bile çok görecekleri kesindi.
Çanakkale'de Mustafa Kemal'in askerlerine yenilen İngiliz komutan Lord Kitchener hırsından "Türkiye'yi yok edinceye kadar savaşacağız" derken işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyar.
Balkanlar'da en büyük Türk soykırımı yapanların, Anadolu'yu Türkler'den tamamen temizlemek isteklerini her fırsatta dile getirmişlerdir.
"Yunan ordusu halife ordusudur direnmeyin" diyenleri desteklemek, milli mücadeleye karşı çıkmak ve bunun için Anadolu'da Milli Mücadele'ye karşı ayaklanma çıkartanları desteklerken, canıyla kanıyla vatanları ve namusları için mücadele edenleri karalayacaksınız ve sonra da Mili Mücadele sayesinde yolu açılan Lozan'a laf çakacaksınız!
Bu affedilmez tutumları sergileyenler şu gerçeği çok iyi idrak etmelidirler ki, Milli Mücadele kaybedilseydi ne Mudanya Mütarekesi'nin, ne Lozan Antlaşması'nın en ufak bir zemini kalmazdı.
Lozan'ı eleştirebilmek için önce bir Milli Mücadele'yi ve kahramanları itibarsızlaştırmaktan vazgeçeceksin ki sonra görüşlerini nezaketle dile getirebilme hakkına sahip olacaksınız. Bu birinci çelişkidir.
İkinci büyük çelişki ise, Lozan'da en büyük mücadele kapitülasyonların devamını isteyen işgalcilere karşı verilmiş ve bu nedenle Lozan kesintiye uğramış, bu arada İzmir İktisat Kongresi toplanarak kapitülasyonları dayatanlara karşı, tokat gibi bir cevap verilmiştir.
O gün tam bağımsız bir Türkiye ülküsü için olmazsa olmaz ekonomik bağımsızlığın elde edilebilmesi gereği olarak kapitülasyonlara karşı verilen mücadele, bugün izlenen küreselci ekonomi politikalar ile kapitülasyonlar geri gelmiştir. Yıkım sonuçları gözlemlenen küreselci ekonomi politikayı destekleyenlerin Lozan'ı delmiş oldukları gerçeği karşısında söz söyleme hakları kalmamıştır.
Üçüncü çelişki ise, Lozan'da tarafımıza kaldığı halde, 2004'ten beri Yunanlılar tarafından işgal edilen Ege adaları ile de Lozan delinmiştir.
Hem Lozan'da var olmamızı sağlayan Milli Mücadele'yi provoke eden İngiliz işbirlikçisi İskilipli ve yandaşlarını yücelteceksiniz, hem de Lozan'ı karalayacaksınız. Bu ne yaman çelişkidir!
Sevr'i imzalayanları destekleyenler, "Keşke yunan galip gelseydi." diyenleri baş tacı yapanlar, Lozan'ı çarpıtmaktalar, Lozan'a ömür biçmekteler. Bu çalışmalar, CIA güdümlü kripto danışmanlardır. Sevr'in güncellenmiş şekli BOP için çalışanlardır.
Lozan'ın eleştirisini, eleştirmiyorum. Ancak öncelikle Lozan yolunu açan, milletin istikbali için ortaya koyduğu azim ve kararlılığa, can verdiği, kan döktüğü mücadeleye ve kahramanlara saygı duymayı öğrenmemiz gerekecek.
"Burnumuzun dibindeki Meis adasını vermişiz." Kim vermiş?
Sayın Dışişleri Bakanımız, "Meis'i İtalyanlara vermişiz, onlar da Yunanistan'a vermiş. Yanı başımızda, vermişiz. Geçmişteki anlaşmaları büyük başarı öyküsü diye ders kitaplarında, ilkokulda anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz." diyerek görüş beyan ediyor.
Tarihçi Dr. Sinan Meydan'ın her fırsatta anımsattığı gibi İsmet İnönü, Lozan'a giderken 12 Ada İtalyan, Ege adaları Yunan, İstanbul, Boğazlar İngiliz işgalindeydi. Lozan'da Türk heyeti Meis'i isteyince Fransızlar, Meriç sınırını tartışmaya açtı, İtalyanlar müttefik tazminatlarını masaya getirdi. Oluşan risklerin nasıl yönetileceği gündemdeydi.
Lozan'a burun kıvıranların eksik bilgiyle dönem şartlarını anlamadan ve tarihi gerçeği çarpıtarak söyledikleri gibi, 12 Ada da Atatürk ve İnönü tarafından Yunanistan'a verilmiş değildir.
Adalar Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan çok daha önce, Osmanlı yönetimi tarafından İtalyanlara bırakılmış ve geri alınamamıştır. Yıl 1912'dir. Adalar Lozan Barış Antlaşması'yla değil, Lozan'ın bir semti olan Uşi'de, 1912 yılında yapılan anlaşmayla kaybedilmiştir.
Bir de şunu bilmeliyiz ki, Milli mücadelecilerin elinde denizlerde varlık gösterebilecek ne bir deniz kuvvetleri, ne de bir donanması vardır. Bu konuyu araştırırsak faturayı, sanayileşmeyi, aydınlanma devrimlerini ıskalayan ve donanmayı haliçte çürüten Osmanlı'nın son iki yüz yılına kesmek gerek.
Lozan'a laf edenler, Mudanya Mütarekesinden neden hiç bahsetmezler?
Tetikçi Yunan ordusunun, milli mücadelemiz karşısında büyük bir hezimete uğraması nedeniyle mütareke kararı alınır.
Mudanya'da yapılan bu mütareke sayesinde TBMM hükümeti tüm dünyaya kendisini kabul ettirmiş ve Osmanlı'nın hukuken sonunu getirmiştir.
Mudanya Mütarekesi İsmet Paşa başkanlığında sekiz gün sürmüş, 11 Ekim 1922'de imzalanmıştır.
Bu mütareke ile tek kurşun atmadan Meriç nehrine kadar olan doğu Trakya, İstanbul, Boğazlar ve çevresi Tamamen TBMM hükümetine bırakılmıştır.
Unutmamalıdır ki Lozan'da ve Mudanya'da karşımızda yer alanlar 1.Dünya savaşının galipleri, dünyanın en güçlü devletleridir.
Türkiye'nin ve tüm dünyanın gözünün olduğu en stratejik bölgesinin tek kurşun atmadan TBMM'ye teslim edilmesinde İsmet Paşa'nın payı oldukça fazladır. Her fırsatta İsmet paşayı utanmadan karalayanlar neden hiç bu mütarekeden bahsetmezler?
Osmanlı'nın son dönemlerinde tek kurşun atmadan teslim ettiği iki Türkiye büyüklüğündeki topraklarının nedenlerini sorgulamayacaksın ama Mudanya Mütarekesiyle Trakya'yı İstanbul'u ve boğazları ve çevresini tek kurşun atmadan İngiliz ve Yunan İşgalinden kurtaran İsmet İnönü'yü karalayacaksın!
Bu yaman çelişkiyi neden görmez geleceğiz ki?
Belgeli olmayan çarpıtılmış bilgiler üzerinden oluşturulmuş algılarınızla, fikir yürüteceksiniz ve tüm ömürlerini vatanları namusları için harcamış kahramanlarımızın ve son 11 yılda cepheden cepheye koşan, kaybedilmiş topraklarda esir düşerek bir daha geri dönemeyen yüzbinlerce vatan evladının, can veren iki milyona yakın askerimizin kemikleri sızlatacaksınız.
Atatürk, İnönü ve Camilerimiz
"Camiler kapatıldı, satıldı ve depo yapıldı, ahır yapıldı" çarpıtmaları
1927 yılında, ülkenin din adamı ve cami ihtiyacını karşılamak üzere, ne kadar cami olduğunu saptamak için sayım yapılmış ve 14 bin 425 olan okul sayısının iki katı olmak üzere 28 bin 705 cami olduğu görülmüştür. Bunun üzerine ihtiyaç fazlası ve harap durumda olan camiler sınıflandırılmış, daha sonra cami ve mescitlerin sınıflandırılması hakkında nizamname çıkarılmış ve buna dayanarak 1926- 1960 arasında, ihtiyaç fazlası 494 cami, 722 mescit arsası satılmıştır. Üstelik bu satışların önemli bir bölümü de 1950'den sonraki on yıl süresince DP iktidarı tarafından gerçekleşmiştir.
"Camiler depo yapıldı" söylemine gelince
İkinci Dünya Savaşı'nın, Almanya'nın Türkiye sınırına gelip dayandığı, Berlin'in Türkiye'ye saldırmasının beklendiği günlerde Cumhurbaşkanı İnönü, Almanların bir savaş halinde camileri bombalamayacağını düşünerek, İstanbul'daki saraylarda ve müzelerde bulunan padişah tahtını, Hazreti Muhammed'in sancağı, kılıcı Hırka-i Saadetini, Osman'ın kanlı Kur'an-ı Kerim'ini, bütünüyle 48 vagonda toplamış ve Alman uçaklarının menzili dışındaki Niğde'de üç camide koruma altına aldırmış, bunların çevresine süngülü nöbetçiler diktirmiştir. İşte işin esası budur.
"Camilerin ahır yapıldığı" çarpıtması nedir?
İnönü, Kurtuluş Savaşı sırasında, Batı Cephesi Komutanı olarak, I.ve II. Ordular ile bunlara bağlı karargâhların barındırılması için, Akşehir - Konya ve civarındaki camileri kullanmış, aynı yönteme II. Dünya Savaşı sırasında da başvurmuştu. İşte camilerin amacı dışında kullanılmaları hikâyesinin aslı budur.
Ancak günümüzde şahit olduğumuz parti seçim çalışmaları için camilerin kullanılmasını asla tasvip edemeyiz ancak vatan için, namus için canlarını ortaya koyanlar mağlup olsalardı camilerimizin akıbeti ne olabilirdi?
İsmet İnönü ve 1950 sonrası ABD-TR ilişkileri konusunda neler söyleyebiliriz?
2. Dünya savaşı sonrası yeniden oluşan dengeler, iki kutuplu dünyanın yaşadığı soğuk savaş sürecinde SSCB'nin saldırgan tutumuna karşın Türkiye, içinde bulunduğu şartların da dayatması ile ABD ile yakınlaşmayı tercih etmiştir.
Bu dönemde SSCB karşıtlığı üzerine kurulmuş Truman doktrini ve Marshall yardımları ile ekonomik, sosyal, siyasal ve eğitim alanlarında iş birliği geliştirilmiştir. Bu durum bizim dönemimizden hatırlarım, ilkokul kitaplarımızda işlenirdi.
Ancak ben bu noktada İsmet İnönü'yü öngörü konusunda ve çekingen davranmakla eleştiriyorum.
Bana göre Gazi Mustafa Kemal Atatürk olsaydı tam bağımsızlık politikasından vazgeçmezdi. ABD ile yakınlaşması en fazla çıkar ilişkileri üzerinden devam ederken, denge politikası ve tam bağımsızlık ülküsünden hiç vazgeçmezdi.
Atatürk'ü diğer silah arkadaşlarından ayıran en temel konu onun, cumhuriyetçi ve tam bağımsızlıkçı oluşudur.
Atatürk, en zorlu dönemlerde dahi, İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Rafet Bele vb. kişilerin ABD mandasını savunmaları ve saltanatçıların da İngiliz mandacılığını savunması karşısında hiç yılmamıştır.
Tüm hayatını emperyalizme karşı savaşarak geçmiş, Kıbrıs olayları karşısında ABD Başkanı Johonson'a yönelik "yeni bir dünya kurulur, Türkiye'de o dünyada yerini alır" diyerek cesur bir yanıt veren büyük siyasetçi de İsmet İnönü'dür. İnönü aslında bu sözleri ile öz eleştiri yapmaktadır ve ABD ile olan politikaları gözden geçirdiği anlaşılır. Aynı açmaza Süleyman Demirel'inde düşerek sonradan SSCB ile devasa yatırımlara ve ortak projelere girdiğini biliyoruz.
İsmet İnönü'den öğreneceğimiz çok şey var...
"Güneş balçıkla sıvanmaz"
İsmet İnönü, 1950'li yıllarda Başbakan Adnan Menderes'in bir Emniyet Müdürü'nün eşi ile gayri meşru hayatının belgeleyerek haber yapan gazeteleri derhal toplattırır.
Gerekçesi, insanların özel hayatlarının siyasete malzeme yapılamayacağıdır.
Günümüzde ise devirmek istediği rakiplerine tuzak hazırlatıp, kasetlerini medyaya servis edenleri de gördük. Onların İsmet İnönü deyince kendilerini kötü hissetmeleri kaçınılmazdır.
Onların çoğu kripto dinciler; dünya çapındaki devlet adamlarımıza ne kadar çamur da atsalar güneşin balçıkla sıvanmayacağını öğrenecek ve tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklar.
İnönü'nün demokrasi hedefi ve diktatörlük suçlaması
"İsmet İnönü de tek adamdı" sözlerini sarf edenler dönemsel koşulların belirleyiciliğini ne kadar bilirler acaba? Tarih bölümü öğrencilerine ilk öğretilen "tarihi olayları yorumlarken, içinde bulunulan koşullarla birlikte değerlendirmek gerekir" sözleridir
1923'de 15.yy koşullarında yaşayan insanlarımızın, Avrupa'nın 200 yılda aştığı mesafeyi kısa sürede aşabilmesi adına öncelikle eğitim, sağlık, sosyal, kültürel, ekonomik alanlarda atılımlar yapılır. Aydınlanma ve Sanayi Devrimleri için büyük çabalar sarf edilir.
Muasır medeniyet seviyesini aşmak ve demokratik yaşamı oluşturmak için aklı hür, vicdanı hür ve bilimi rehber edinmiş insanların yetişmesi gerekir.
İnönü dönemi Avrupa'sının en gelişmiş ülke rejimleri nasıldır?
Almanya'da Adolf Hitler,
İtalya'da Benito Mussolini,
Rusya'da Josef Stalin,
İspanya'da "son faşist diktatör" olarak tanımlanan Francisco Franco 1975'e kadar tam 36 yıl diktatörlük yapmıştır.
Afrika, Ortadoğu, Uzakdoğu ülkelerinden ise bahsetmeye hiç gerek yoktur; çoğu kabile devletidir.
1947 döneminin koşullarına aldırmadan üstelik TBMM'de oluşmuş bir talep olmadığı halde, İsmet İnönü ülke geleceğini düşünerek karar alır.
Milli Şef İsmet İnönü parti lideridir ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olmasına rağmen aldırdığı bir kararla Cumhurbaşkanı seçilen parti liderinin, parti liderliğini bırakmasını sağlar. Tek Amaç, henüz hiçbir demokrasi deneyimi olmayan ve de böyle bir talep yapacak bilinci hiç olmayan vatandaşların, demokratik hayatı tanıması, demokrasiyi benimsenmesidir.
Saltanattan cumhuriyete yönelerek, demokratik yapıyı hedefleyenleri, "diktatörlükle", "tek adamcı" olarak suçlayanların tam tersi yola girerek cumhuriyeti etkisizleştirmesi ve saltanata yönelmeleri, bu yolda yok edecekleri demokrasiyi savunur görünüp, sonuna kadar araç olarak kullanmaları en büyük çelişkidir.
Son söz olarak neler söyleyebiliriz?
Atatürk'ü, Cumhuriyet'i, İnönü'yü mümkün olduğunca itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. 2023 hedeflerinde cumhuriyet devrimlerinin, Milli Mücadele'nin önemsizleştirildiği Atatürk ve silah arkadaşlarının unutturulduğu ve tarihin yeniden yazıldığı bir süreç içindeyiz.
Yeni Türkiye diye tanımladıkları yapı için yepyeni bir tarih uydurulması gerekmekte, bunun için gerçeklerin unutturulması çarpıtılması için çalışılmaktadır. Ancak yeni çağda mızrak çuvala girmeyecek, bu akla ziyan plan gerçekleşmeyecektir. Çünkü ortaya atılan her yalan uydurma, çarpıtma haberler anında çürütülmekte, kayıtlara girmektedir. Tüm gerçek kayıtların, belgelerin, kitlelerin bilgisi için sanal ortama aktarılmakta, yalanlar anında çürütülmektedir. Bu iletişim çağında, bilgi çağında hiçbir gerçek gizlenemez.
İsmet İnönü Yemen çöllerinden Lozan'a kadar olağan üstü mücadele vermiştir. Tabii ki onun da eleştirilecek yönleri vardır.
Eleştirmek başka bir şeydir. Linnç etmek, karalamak, iftira atmak en büyük haksızlıktır. İsmet paşayı Amerikancı göstermek, silikleştirmek ve vatan hainliği ile suçlamak utanç vericidir, insanlık dışı bir yaklaşımdır.
Bu insanların bütün ömürleri kelle koltuk cephede geçmiş, savaş ortamlarında bulunmuşlar ve bu millete ve geleceğine adanmışlardır.
Bugün hangi parti düşüncede olursak olalım, bu iftiraları onlar asla hak etmiyorlar.
Ancak kendi siyasetlerini meşrulaştırmak için, kendilerini haklı gösterebilmek için, tarihi kullanıyor, tarihi istismar ediyorlar ve çarpıtıyorlar.