Nereli olduğunu bilmiyorum ve merak da etmiyorum.
Bursa'da uzun süre çevre ve sanayi başlıklı iki resmi kurumda görev yapıp emekli olduktan sonra iş bağlantılarını kullanma amacıyla danışmanlık şirketi kurduğunu, yerel seçimlerde de BŞB başkan adaylığına soyunarak Bursa'nın çaresi benim dediğini biliyorum.
Buraya kadar hiçbir sıkıntı yoktur çalışmak isteyene iş çoktur. Talebi üzerine sosyal medya arkadaşı olunca paylaştığı içeriklerin çoğunun yerel lezzetlerin üzerine becerilerinin sergilendiğini gördüm.
Sanki ülkede ve Bursa'da her şey yolunda gibi tek kelime eleştiri notunu okumadım.
Bir gece İstanbul Sözleşmesi iptal edildi ya!
Ertesi günün sabahında sayfasında "Kadınların iftirasından dolayı hüküm giyme ihtimalinden kurtulduğumuz için şükürler olsun" mealinde paylaşım yapmıştı.
Daha acısı bu düşüncesizliğinin Bursa'da önemli yerler işgal eden ekonomik gidişatı iyi ve doğru okuması gereken birkaç zat tarafından desteklendiğini gördüm.
Ve "Kadınları suç ve iftira örgütü olan gören, 2021 de üç ayda 90'dan fazla kadının katledilmesini göremeyen bu süfli anlayışı" sert bir dille eleştirdim.
El cevap olarak "Benim bir kadın tarafından taciz iftirasına uğramam" üzerine beddua etti.
Bir kadın bana neden durup dururken taciz iftirası atsın ki?
Aklıma bile getiremeyeceğimden ama ona açıktan "beddua ahmak duasıdır edenin başına gelir" yazınca muhterem(!) zat anında beni engelledi ve büyük olasılıkla arkadaşlıktan sildi.
Aslında gerçekten ben ve Bursa gerçekten dualıyız ki; böyle bir kafa BŞB için düşünülmedi ve aday gösterilmedi.
Merkez Bankası'na başkan dayanmadığı, döviz ve faizin çıldırdığı, BİST'te işlemlerin durduğu, çevre felaketlerinin yaşandığı dönemde kendi alanlarında tek kelime etmiyor ama İstanbul Sözleşmesi'ni kötülerken kendi gizli dünyasını itiraf ediyor.
İstanbul Sözleşmesi konusunda kişisel düşüncem devam etmesi şeklindedir.
Kadına yönelik her türlü şiddet lanetlenmeli ve cezalandırılmalıdır.
İstanbul sözleşmesindeki "bazı" maddeleri beğenmeyip karşı çıkanları da anlayışla karşılayabilirim ama bunu "kadının erkeğe iftira atma" tezi üzerinden yorumlamak kadınlara haksızlık ve cehalet örneğidir.
Dünyadaki sözleşmelere uyulsaydı, bırakın savaşları bir tek silah bile patlamaz insanlar huzur içerisinde yaşardı.
Ölüm hak vaki olunca olmalıdır.
Bir magandanın kararı ile değil.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın dediği gibi;
"Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun."
En tepede Birleşmiş Milletler var ama milletlerin birleştiği falan yok.
Çevre, yasa ve sözleşmelerine uyulsaydı tertemiz bir dünya olurdu.
İstanbul Sözleşmesi "45 ülke + AB" tarafından İstanbul'da 2011 yılında imzalanan, 2014 yılında yürürlüğe giren kadına şiddete yönelik önlemleri kapsayan bir sözleşmedir.
Elbette bütün insan hakları, dünya barışı ve çevre ile ilgili imzalanan bütün sözleşmeler gibi iyi niyetle hazırlanmıştır.
Peki; ona rağmen dünyada ve ülkemizde kadına şiddet neden aratarak devam etmektedir?
Neden 2021 yılının ilk üç ayı bitmeden 90 dan fazla kadın cinayeti işlendi?
O sözleşme, bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden Taliban'ın, IŞİD'in kadınlara ve kız çocuklarını pazarlarda alıp satmasını neden önleyemedi?
O sözleşme, dini kullanarak kadınları cennetin ödülü diye gösteren "dinsi sapık"lara, bir kadına ya benimsin ya toprağın diyen "cinsi sapık"lara neden engel olamıyor?
İstanbul Sözleşmesi'ne gelmeden önce bizim kendi ülkemizde, eğitim, yasal düzenlemelerin yapılmasını, bir kravata bağlanan iyi hal indirimi ayıbını, din adına kadınlar ve cennet üzerine fetva veren kurnazları halletmemiz gerekmez mi?
Ve de kendi ikbalimiz için doğrulardan kaçmak yerine, geleceğimizi biat kültüründe aramaktan vazgeçmeyi denemeliyiz.