Bir çölden 100 tane kırmızı ateş karıncası toplayın, daha sonra bir başka topraktan 100 tane bildiğiniz siyah karıncayı alın ve bunların hepsini bir kavanozun içine koyun.
İlk başta hiçbir şey olmayacaktır.
Daha sonra kavanozu elinize alın oldukça şiddetli bir şekilde sallayın ve tekrar yerine koyun.
Kavanozun içinde bir anda karıncaların birbirini öldürmek için savaştığı bir kaos ortamı göreceksiniz.
Kırmızı karınca bunu yapan düşmanın siyah karıncalar olduğunu düşünürken, siyah karıncalar bu kaosun nedeni olarak kırmızı karıncaları görecektir.
Oysa çok iyi bildiğimiz gibi kaosun asıl nedeni biziz!
Bu bir hikaye olsa da günümüzün gerçeğini çok iyi yansıtan bir öğretidir.
Ülke kaosunu yaratan, huzurunu bozan hiç tanımadığımız insanlarla kavga edecek bir duruma geldiğimizde şu soruyu sorun lütfen; kavanozu sallayan kim?
Hikayede kavanozu sallayanın kim olduğu bellidir lakin gerçekte huzur kaçıranları birlikteliği bozmak isteyenleri bilmek imkansız gibi görünür, çünkü kendileri hep geride dururlar.
Yüzyıllardır Türk'ü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sünnisi, Arnavut'u, Gürcüsü, Muhacir'i, Roman'ı gibi 72 millet olarak bu topraklarda birlikte yaşıyoruz.
Birbirimizin gelenek göreneklerimize, örf adetlerimize saygı duyarak ve kırmızı çizgilerimizi bilerek...
Düğüne cenazeye birlikte koşuyor, sevinci aynı, acıyı aynı yerden hissedip birlikte gülüp, yaralarımızı birlikte sarıyoruz.
Bizler birbirimizle iyiyiz.
Bizler kendi aramızda ayrışmıyoruz, bölünmüyoruz, kutuplaşmıyoruz.
Bizler gençlerimizin sevdasıyla kuvvetleniyor, yuvası için akraba olmasını da biliyoruz.
Bizim farklı mezhebimiz, farklı kökenimiz, farklı inanışlarımız, farklı kültür yapımız olmasına rağmen aynı bayrak altında toplanıyor aynı toprakta nefes alıyor, aynı kaygıda aynı amaçta hep beraber buluşabiliyoruz.
Anlattığım hikayedeki gibi kimdir bizleri birbirine düşüren, kırdıran el ve kavanozu sallayan kişi veya kişiler?
Bizim dünyamızı, bizim hayatımızı zehirleyen yakıp yıkan şeytanın çocukları!
Ülke değerlerimizi, milli reflekslerimizi, gücümüzü, iyi biliyorlar ve o gücü zayıflatmak için bütün uğraşları.
Vatanımızı, bayrağımızı, 83 milyon insanı bir kavanoza koyup sallayan o birileri barışı sevmeyen savaştan nemalanan, başka canların acısından beslenen, insanlık dışı olan ve insanlık üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan, dünyanın bütün yönetimini eline almış sadist kişiler.
Terör örgütü istisnasız birer taşeron kukladır.
Uluslararası Emperyalist güçler tarafından planlanmış yetiştirilmiş ortaya sürülmüş zebanilerdir.
Halkları birbirine kırdırmak, nifak tohumları ekmek, ırkları mezhepleri birbirine düşürmek için kandırılmış katil ruhlardır.
PKK ilk önce Kürt vatandaşlara yaşlı genç, bebek, çocuk, kadın demeden silahlı bombalı suikastlarla yol keserek binlerce masum insanı infaz ederek savaş açtılar.
Canlı bomba, intihar saldırılarıyla el yapımı patlayıcı veya mayın tuzaklarıyla karakollara saldırılarla polis, asker, korucu gibi güvenlik görevlilerinin canına kıydılar.
Hedef; ülke düzenine dinamit koyup Türk - Kürt halkının dirliğini bozup kaos yaratmaktı.
Bu kaosun ve bitmek tükenmek bilmeyen düşmanlığın temeli 1973 yılına dayanıyor. 1978 yılında kurulan terör örgütü PKK doğu bölgesinde 1984 yılına kadar 250'ye yakın Kürt dernek ve sivil toplum temsilcilerini katlederek başladı. 15 Ağustos 1984 akşamı eşzamanlı düzenle devlete karşı saldırıya geçti.
PKK 1984 ve 2020 yılları arasında 8 bin 128 insanımızı şehit etti.
36 yıl içinde 24 bin 837 kamu güvenlik görevlisi yaralandı. Kimisi kolunu bacağını, kimisi gözlerini, kimisi bedeninin yarısını veya herhangi bir yerini bu vatana feda etmiştir.
5 bin 700 sivili yerinden yurdundan ettiği gibi 11 bin 747 sivili yaralamış maddi manevi zarara uğratmıştır.
Geçtiğimiz hafta yine 13 şehidimiz vardı.
Ana babalar yine eli bağrında, kadınlar umutsuz, çocuklar yarınsız kaldı. Gökyüzü birkez daha vatan bayrak uğruna, yitip giden canlar için sessizce ağladı.
Savaş en çok çocukları vuruyor. Küçücük yaşta acı ve kederle tanışıyor, hem yetim hem öksüz kalarak büyüyorlar, onları boynu bükük bırakan bir düzene lanet ve de beddua ederek olgunlaşıyorlar.
Dünyanın bu kadar kin ve nefret dolu bir yer olduğunu bilseler gelmek isterler miydi?
"Alın cenneti ayaklarımın altından, bana evladımı verin" diyen bir annenin acısını hiçbir neden hafifletemez, hiçbir söz tarif edemez.
9 ay karnında taşıdığı, gece ninnilerle avuttuğu hastayken başından ayrılmadığı, yemeyip içmeyip gözlerinin içine baktığı, bir fiske bile vurmaya kıyamadığı kıymetlisini...
Vatanı beklemesi için eli kınalı uğurladığı oğlunun tezkeresini alıp sağlıkla dönmesini beklerken, mürüvvetini görüp mutlu olacağını zannederken; ay yıldızlı bayrağa sarılmış tabutla gelmesi bir anne için nasıl bir yangındır bunu kim bilebilir, kim ne kadar o yangını söndürebilir?
"Oğlun peygamberimize komşu oldu" sözü bir annenin sancısını dindirebilir mi, yakarışını kor alev olmuş yüreğini serinletebilir mi?
Yok yokk!
O ananın yüreğine tuz serpmektir, gözlerini oymuk oymuk oyan gözyaşına tekrar kezzap dökmektir.
Bir annenin en zayıf noktası evladıdır.
Bir anaya sakinleştirmek için söylenen hiçbir cümle ona tesir etmez, acının esprisi de olamaz.
Sözde; söylemlerinden eksiltmeyen icraata gelince kayıplara karışan "insan hakları" savunucularından hiçbir akademisyen, din adamı, siyasetçi, sanatçı, sağcısı, solcusu, sosyalisti, komünisti, muhalifi bu içler acısı çevrilen oyuna haykırarak dur diyemiyor, durduramıyor.
Bu ülkede PKK terörü ne zaman mı bitecek?
Kavanozu sallayan emperyalist güçlerin oyununa son vermeden ve o güçlere hizmet eden balçıklı kılçıklı kuklaları temizlemeden, asıl mesele bataklığı kurutmadan huzura kavuşamayacağız.