Romanlar, Onlar Kıymetli İnsanlarımız…
Canım sıkıldıkça gerek Youtube üzerinden gerekse İstanbul’a gittiğimde izlediğim Taksim İstiklal caddesinde halka yönelik konser veren sokak çalgıcıları romanlardır.
Onların neşeli halleri, herkesi neşeli yapar çünkü tüm duygular bulaşıcıdır.
O an oradan geçen bin bir çeşit ruh halindekiler, her türlü ülkeden, kültürden insanlar bir an da olsa o neşeli ve güzel oynayan müzisyenler sayesinde anı yaşar, kendilerine gelir, kimisi oynamaya başlar; kimisi gülümser, neşelenirler.
O müzisyenler bana göre bu ülkenin en kıymetli insanları arasındadırlar.
Onlar, insanı insan görenler, kimseyi ötekileştirmeyen “bilmem necilik” taslamayan, rantiye peşinde koşmayan bu ülkenin renkli insanları, iyi ki varlar.
Onları alkışlayanların, kayda alanların, çaldıklarıyla oynayan ve söylediklerine eşlik edenlerin arasında hiçbir zaman sanata düşman, sanatçıya düşman, insanca olan her şeye düşman, orta çağcı ve benzeri mezhepçi etnikçi ve kimlikçi keskinleri göremeyiz.
Hoş Geldin Bebek!
İlk eşini kaybeden bir arkadaşımın 2.Evliliğinden çocuğu oldu. Tebrik ettim onu.
Ama o durgundu, çok da sevinemiyordu.
"Bir kızım oldu" derken kız olması onu sessizleştirmişti.
Bu durumu onun gibi aydın bir kişiye hiç yakıştıramamıştım. Ancak onu dinledikçe neden üzüldüğünü daha doğru anladım.
Kız Çocuğu Olan Baba Ne Düşünüyordu?
Doğan kız bebeğin, yetişkinlik dönemlerinde bir kadın olduğu ya da bir insan olduğu değil “ana, bacı, eş adayı” olması önemsenecektir.
“Evinin hanımı, çocuklarının anası ve eşinin karısı” olarak önemsenecekti.
Kişiliğinden çok dişiliği öne çıkacaktı.
Çünkü halen toplumumuzda erkek egemen orta çağ kültürünün etkisi azalmadan devam ediyordu.
O bir erkek olsaydı onun “baba, koca, ağabey” olduğunun altı hiç çizilmeden doğduğu andan itibaren hep gururla erkek olduğundan bahsedilecek “benim bir oğlum oldu” denecek ve anne, baba daha bir gururlanacaktı.
Onun ağabeyliğini, kocalığını, babalığını değil, erkek olmasını takdir edeceklerdi" diyor.
Sık söylenen “kadınlar çiçektir” gibi “erkekler çiçektir” gibi sözde yüceltici gibi görünen cümleler sarf etmeyecekti; erkeKlerin yüceltilmeye ihtiyacı yoktu çünkü erkek egemen yapı zaten onu yüceltiyordu.
Ancak her şey bir tarafa o bebek şu an 12 aylık oldu yürümeye ve konuşmaya başladı.
Ve arkadaşım şimdi ise kızını çok seviyor. Ondan bahsederken "iyi ki kızım oldu" diyor. “Kız evlat öz evlat” diyor ve sevinçten gözleri parlıyordu!
Nasıl parlamasındı ki? O minicik dünya tatlısı şirin bir bebekti. Ben ise ancak o zaman o dünya tatlısı şirine "hoş geldin bebek" diyebildim.
42 Yıl Öncesine Gittik
O Eski Bir Dostumdur.
Şimdi Ege’de bir sahil kasabasında yaşıyor. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin insan kaynakları yönetiminde görev almış ve şu an çoğunluk İstanbul merkezli şirket yönetimlerine yönelik “hizmet içi eğitim” çalışmaları veren, bazı dergi ve gazetelerde haftalık yazı çalışmaları yanında yurt içi ve sık olmasa da iş ve turistik amaçlı yurt dışı seyahatleri olan biridir.
42 yıl öncesinden ODTÜ 2. Yurt 302’nolu oda arkadaşım olan bu güzel insan, derneklerde yardım kuruluşlarında gönüllü çalışmış, hümanist, güler yüzlü, iyiliksever bir kişidir.
Yıllar sonra Mudanya'da deniz kenarında bir çay bahçesinde yine birlikte olduğumuz saatler su gibi aktı geçti. Ne de çok söylenecek, paylaşılacaklarımız varmış.
1980 öncesi son aylarında günde ortalama 20 kişinin öldüğü kayda bile geçmeyen çatışmaların olduğu o kaotik ve çalkantılı günler içinde bizler her şeye rağmen öğretimini devam ettirmeye çalışanlardık.
Kaybolan gençliğimiz, acılarımız, hayallerimiz saatler süren sohbetimize konu olurken canlanan anılarımız bize o günleri tekrar yaşattı.
Emekli Yazar ve Danışman Arkadaşım Diyor ki,
“…Hocam ben göçebe ruhlu bir insanım. Ortalama her iki-üç yılda bir farklı sahil kasabasına yerleşiyor, yöre insanlarıyla tanışıyorum. Yakından tanıdığım insanların iç dünyalarını, kültürlerini ortaya koyan söyleşilerimiz, röportajlarımız yazılarıma konu oluyor.
Şu an kalmakta olduğum yörede rekor kırdım beş yılım geçmiş artık ayrılma zamanım çoktan geldi de geçti… ????
Ancak diğer bölge insanları gibi bu yaşadığım yerinde yerlilerinden bazıları bana “dışarıdan gelmiş” gözüyle öteki muamelesi yapabiliyorlar.
Yapıcı da olsa, nezaketle de dile gelse sürekli övgüye alışmışlar eleştirel yaklaşımlara hiç tahammül edemiyorlar; özeleştiri kültürleri gelişmemiş.
Kendilerine göre daha donanımlı gördükleri “dışardan gelenler” yanında kendilerini iyi hissetmiyorlardı. Ortaya çıkan yetersizlikleri onları rahatsız edebiliyordu.
Mesela bir kısa boylu insanın, uzun boylu birinin yanında yürümek istememesi gibi bir şey yani… ????
...
Nazım Hikmet'in dediği gibi insanlarımızı “memleketimden insan manzaraları” diyerek bu gözlemlerimizi, yazılarımıza konu etmeye devam edeceğiz.
Ne Düşünüyorum?
Bir insan kediyi, köpeği, çocuğu, çiçeği, tabiatı seviyorsa,
Sanatla, müzikle, şiirle ilgiliyse
Ve bir de içten gülümseyen tarzı varsa
O en insani olanımızdır
Ondan kimseye bir zarar gelmez diye düşünüyorum.
Tüm Okurlarımızın ve lifebursa ailesinin Kurban Bayramını kutlar, nice mutlu günler dilerim…