Eksi dereceleri gösteren bu soğuk günlerde sıcak evimizde otururken, yatağımız yorganımız varken, tenceremiz az veya çok kaynıyorken sokakta yaşama tutunmaya çalışanlar hiç aklımıza geliyor mu?
Sokakta bir kap mama, kardan yağmurdan korunması için bir barınağa ihtiyacı olan hayvanlara rastlarken, etrafını saracak bir duvar, üzerini örtecek bir çatıya muhtaç insanlar aklımızın bir köşesinde ses ediyor mu?
Bulduğumuz her yemeğe bir kulp takıp ben onu bunu yemem, yok ekşi tuzlu olmuş diye burnumuzu kıvırarak elimizin tersiyle ittiğimiz yiyecekleri bulamayanların olduğunu...
Yaşlısı genci, kadını çocuğu her yaş grubundan, kimsesiz diye tabir ettiğimiz insanların bazen utanarak dilendiğini görüyor, bazen bir bankın üzerinde uyuyarak bütün derdini unutmaya çalışanlarla karşılaşıyoruz.
Bazen yuvası yıkılmış çaresiz bir kadın, bazen çocukları tarafından yapayalnız sokağa terkedilmiş bir anne veya baba...
Ailesi olmadığı için sığınacak yeri de olmayan çocuklar...
Kandırılarak istismar edilmiş gençler, farklı hayaller peşinden koşmak isterken tökezleyip hayatın çilekeşliğine savrulan hatta kötü arkadaşlıklar neticesinde uyuşturucu bağımlılığına kurban edilen insanlar.
Yaşadıkları o çaresizlikten ötelenip itilip kakıldıklarını, dış görünüşleri ile irdelendiklerini hangimiz hissedip empati yapabiliyor?
Sokakta mazoşist bir hayatı kendi isteği ile tercih edenleri de hasta kabul edip iyileştirmek el birliği ile yapılacak bir dayanışmadır.
Soğukta suç makinesi gibi titreyerek korkup sinen insanlara; köprü altından, alt geçitlerden, metro istasyonlarından, hastanenin acil kapılarından ev bark olmaz!
Zavallı, biçare gördüğümüz bu insanlar da o hayatı yaşamayı istemezdi.
Devlet sahip çıkmalı, belediyeler kucak açmalı diyoruz demesine de, her gün ne giysem derdine düşen; yarın aynı kıyafetle işe gidemem kesinlikle kombin yapmalıyım, renkler ve modeller birbirine uyum sağlamalı, üzerine o saati, o takıyı, o kravatı, o kolyeyi- küpeyi takmalıyım, markam olsun havam yerinde olsun diyenler...
Gardıropların almadığı kıyafetlerin yerinde 'yok' ağlamasından yakınanlar...
Dolaplara sığmıyor yetmez giyim odası olmalı tribine girenler...
Ayakkabısı olmayanı, üzerine giyecek bir ikinci kıyafet bulamayanı, atkı ve bereyi bile lüks olarak göreni, yorgan battaniye bulamayanı bir kez olsun aklına getiriyor mu?
Hani inanca gelince hepimiz birer alim, birer ermiş, birer dindar kesiliyoruz ya!
Bu yüzden her kişi inandığını doğru biliyor, bildiğini gerçek sayıyor ya!
Kendince!
Herkesin kendini haklı sandığı düzende...
İnanç diyorum!
El alem ne derle yaşadığımız ama günahlardan korkmadığımız inanç!
Felaketlerden korktuğumuz lakin o felaketlerden ders çıkartmamızı isteyen yaratıcıdan korkmadığımız inanç!
En korkunç zamanda, en çok daraldığımız anda, ilk sığınıp saklanabileceğimiz en güvenilir yer neresidir diye sorulduğunda eminim çoğunluğumuz camii diyecektir.
Beş vakit okunan ezan, kılınan namaz insanlığı Allah'ın evine niçin çağırıyor, kimin aklına geliyor bu?
İbadet edip af dilediğimiz, günahlardan arınmak istediğimiz ibadet evi niçin sokakta kalan garibanları almaz?
Camii altı kiralanan dükkânlar ibadetten daha mı çok kâr getiriyor?
İnsanlığın biriktirmiş olduğu günahları amel defterinden mi siliyor?
İbadet evlerine yapılan yardımlardan garibanlar nasiplense, camii altı dükkânların yerine kimsesizler için aş evi kurulsa, karınca kararınca birer kazan kaynasa, yatıp uyuyabilecekleri yatak, temizliklerini yapabilecekleri birer duşları olsa, hayata kazandırmak amaçlı becerileri doğrultusunda eğitim alsalar dünyanın sonu gelmez sanırım!
Mum dibine niye ışık vermez ki?
Bursa'da ve ilçelerinde yardım bekleyen binlerce insan varken, başka bölgeler ve diyarlar için yardım toplama çabaları popüler maraza değil midir?
Paylaşmak kadar güzel daha ne olabilir?
Merhametle iyileştirmek kadar, iyilikle gönüllere dokunabilmek kadar güzel bir ibadet yolu daha var mıdır?
"Belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir" diyen Aldous Huxley'in inancı da aynı yaratıcıya aitti ki, vicdan muhasebesi yapamayan, dayanışmadan eksik, sevgiden yoksun, kötülükle, gamsız, ruhsuz, doymak bilmeyen gözlerle bakan bir dünyanın cehennem olduğunu bir cümle ile anlatmış.
Üşüyen tenimiz değil ruhumuz olmalı, tuttuğumuz el yardıma ihtiyacı olan el olmalı, kaldıracağımız yük iyilik olmalı, sevgiyle bakacağımız gözler yaşadığımız dünyaya olmalı.
Merhametle yetişebildiğimiz, yetebildiğince kucaklayıp sarabildiğimiz üşüyenlere koşmamız onları görmemiz gerek.
Dünya o zaman cehennem olmaktan vazgeçecek.