Günde kaçımız, hangimiz kimlere bu sözcükleri üşenmeden, çekinmeden, korkmadan içten samimi söyleyebiliyor?

Merhaba dediğiniz de tebessüm eden bir yüz ifadesi görebiliyor musunuz?

İyi günler veya iyi akşamlar dediğinizde cevap vermese de mimiklerinden sağol anlamını çıkartabiliyor musunuz?

Örneğin; komşularıma ne zaman selam versem kapısını aşındırmışım veya camını çerçevesini indirmişim gibi selamım, merhabam, havada uçabiliyor!

Duymazdan gelindiğinde ağacın budağında asılı kalabiliyor!

Site sakinlerinin birbirini tanımasını bıraktım karşı dairemde oturan komşumu tanımıyorum.

Üst katımda ecinniler mi oturuyor, bitişik duvarın ötesinde uzaylılar mı dolaşıyor bi haber!

Sırf tanışma maksatlı bir tabak sarma ile ziline bastığım komşu "biz sarma sevmeyiz" diyerek kapıyı suratıma kapatarak teşekkür etti.

Balkon yıkayan komşu o kadar çok yorulmuştu ki kolay gelsin temennime cevaben, kolaysa başına gelsin der gibi su kovası başımda paralanacaktı!

Nerde o eski komşularımız?

Bir yere giderken anahtarımızı bırakabildiğimiz, "ben yokken çiçeklerime iyi bak, suyunu ihmal etme" diyebildiğimiz, bakkal yerine bir koşu gidip ödünç ekmek, yağ, şeker, tuz isteyebildiğimiz, çoluk çocuğumuzu güvenle emanet edebildiğimiz canım komşular...

Düğünde dernekte, cenazade yardımlaşmayı, kucaklaşmayı başarabildiğimiz komşularımız...

Öyle ya onlar eskidendi belki de insanlar eskidi!

Ev almadan önce komşu almayı öğrendik!

"Komşu komşunun külüne muhtaç" diye komşu kızı bacımız, komşu oğlu abimiz kardeşimiz oldu.

"Komşusu aç iken tok yatan bizden değil" dedik, kaynattığımız aşı böldük, gelen tabağı boş çevirmedik. Aile bağlarıyla sımsıkı sarıldık, acıları sevinçleri paylaştık, düştüğümüz yerden beraber kalktık, iyileşmeyi birlikte istedik.

O senin büyüğün saygıda kusur etme, senden küçükleri incitme, yaşıtlarınla iyi geçin dendi.

"Yardıma ihtiyacı olana koş", "garibanı koruyup kolla", "alan el olma veren el ol", "sana taş atana sen gül at" sözleri benliğimize kazındı.

"Meslek sahibi olmadan önce iyi bir insan ol", "para kazanmadan önce insan kazan" dedi büyüklerimiz...

"Örf adetlerini bil, gereğini yerine getir", "bayramı kutla", "cenazeye git ağla, düğüne git oyna" deyimdi gelenek görenektendi.

"Hal hatır sormayı unutma", "hediyeleş", "merhametini eksik etme", "vicdani tartın doğru olsun" öğüttendi...

Sevgi dolu olmalı insan, hoşgörünün çoğalttığı, hakkaniyetin yücelttiği kadarından dedik öyle selam verdik.

Farketmesin, zengin-fakir, şehirli-köylü, kadın-erkek, yaşlı-genç, meslek-statü...

İster rençber olsun, ister sıradan bir işçi veya işveren, makam mevkii gelip geçici, mal mülk yalan, ömür bile emanet bildik.

Arkadaşını dostunu iyi seç, çevreni temiz tut...

"Sen seni bil bir de haddini bileni" diye insan olsun istedik.

Daha sayabileceğim birçok özdeğer var iken artık selamlar suspus, merhabalar (benden size zarar gelmez aslında) manasını yitirdi.

Herkesin suratı asık, sanırım herkes birbirinden nefret etmek istediği için susuyor, güven sağlayamadığı için de korkuyor.

Maksat belki de sevdiğimiz, sevebileceğimiz insanları artırmaktır.

Aynı coğrafyada yaşayıp aynı semaya bakarak, aynı havayı soluyup aynı suyu yudumlayarak gülümsemektir belki de hayat...

Tek çare belkide hep yine yeniden sevebilmektir ve güvenebilmektir.