Bir tarafta umudu çağrıştıran sözler,
Diğer tarafta yaşadığımız acıları hatırlatan…
Nasıl ki 17 Ağustos 1999 tarihi hafızalarımıza kazınmışken, şimdi de 6 Şubat 2023 tarihi yitirdiğimiz yürekler ile birlikte hatıralarımıza kazınacak.
Ve maalesef aradan geçen 23 yıl, 5 ay, 20 günde değişen hiçbir şey olmadığını gördük.
Hatta belki de geriye gittiğimizi.
Aradan geçen bunca zamanda neleri gördük madde madde sıralayalım;
6 Şubat sabahında ne kadar plansız-programsız, ne kadar hazırlıksız olduğumuzu,
O kadar konuşulmuş olmasına rağmen, hemen her şeyin kâğıt üzerinde kaldığını,
Yaptığımız her şeyin “mış” gibi olduğunu,
Depremde tuz-buz olan binaları yapanların, kanundan, devletten hiç korkmadıklarını,
Bunları denetleyenlerin, aslında denetlemediklerini,
Resmi evraklara imza atanların vicdan ve insan sevgisi olmadığını,
Bilimin yolundan çıkıldığında nasıl sonuçlandığını,
İş yapmak için değil, maaş almak için koltuklarında oturanların inisiyatif alamadıklarını,
Yaşanan felaketlerden sonra ilk olarak eğitimden ve bilimden vazgeçtiğimizi,
Deprem bölgesinde demografik olarak ne gibi tehlikelerle yüz yüze olduğumuzu,
Yaşanan onca musibete rağmen, “Neden?” sorusunu dahi sormaya korktuklarını,
Siyasetin sırası değil diyenlerin, çoktan siyaset yaptıklarını,
Şehirlerimizin yok olduğunu,
Binlerce bina yıkılırken, bazı binaların dimdik ayakta kaldığını,
Depremin merkez üssü K.Maraş Pazarcık’a 160 km uzaklıkta ki Erzin’de tek bir bina yıkılmazken, 162 km uzaklıktaki Kırıkhan’da, 174 km uzaklıktaki Kırıkhan’da, 236 km uzaklıktaki Antakya’da yüzlerce binanın yıkılıp, binlerce insanımızın öldüğünü gördük…
Burada yazamadığımız, dillendiremediğimiz, açıklamakta zorluk çektiğimiz görüntüleri izledik…
Ve “Sesimi duyan var mı?” yerine,
“Sesimizi anlayan, idrak eden, harekete geçen ve çözüm üreten var mı?” şeklinde değiştirmemiz gerektiğini anladık…
Ama en önemlisi on binlerce insanımız için çok geç kaldık…
Çok geç kaldık…