Bir Öykü, sohbet edebilmek üzerineydi. 

O adam, “Bu kadar mal mülk, makam, mevki ve sermayem var; gençliğim var; güzel ve çekici bir kadınla evlenmeliyim.”

O kadın, “Bu güzelliğim ile her istediğimle evlenebilirim. Malı, mülkü olsun, ‘çulsuz biriyle’ bu hayat çekilmez” 

Onlar evlendiler ve yıllar yılları kovaladı. Ancak geçen zaman içinde işleri bozulan o adamın makam mevki gitmiş, sermayesi tükenmişti. 

 Ve beklenen oldu; o kadının "bir fakirle işi olmazdı" ayrıldılar.

O kadın güzelliğinden çok şey kaybetmemişti.

Güzel geçen yıllar su gibi akmış ve ne yazık ki o zengin sevgili de ölmüş, ona ise bir şey kalmamıştı ☹

O kadın yaşamak için evlere temizliğe gitmeye başlamıştı. Güzellikten de eser kalmamış, tıpkı ilk kocası gibi onun da sermayesi tükenmişti, gençliği, çekiciliği ve güzelliğinden bir eser kalmamıştı.  

 Ve 'Türk filmi gibi' bir şey oldu!

İşleri kötüye gittiğinden dolayı boşandığı o adamın şu an bir emekli maaşı, bir evi vardır.  

Ek iş, piyango bileti satarak geçimini sağlamaktadır.  

Yetmişine merdiven dayamış, emekli piyango satıcısı gözleri artık çok da iyi görmüyordu. Durakta bekleyen bir kadına “bilet satarım” umuduyla yaklaştı. Kadın, o kadındı tanıyamamıştı ama o da o adamı tanıyamamıştı! 

Ve her zamanki gibi otomatik bir ses tonuyla "bu akşam çekiliyor, almaz mısınız?"
 O kadın, "bana çıkanları hep harcadım, bu saatten sonra da bana çıkmaz" diyen sesinden ve umursamaz tavırlarından tanımıştı eski karısını.

"Beni tanıdınız mı?" diyen bilet satıcısına baktı!

Evet karşısında duran eski kocasıydı, o adamdı!
Kötü hissetti kendisini ama sanki iyi ki de o adamı görmüştü.  

O adam ve o kadın bir müddet sessiz kaldılar.

Birbirlerini inceleyen bakışları karşılaştı, utandılar. Bir iki dakikada geçmişin kareleri hızla akıp geçmişti. Aslında birbirlerinin maddi zenginliklerini, çekiciliklerini güzelliklerini hatırlamışlar kendilerini iyi hissettirmişlerdi. 

Evlere temizliğe giden O kadının işe gitme zamanı gelmişti. Ya izin isteyip bir daha hiç göremeyebilecekti, ya da işi boş verip onunla görüşecekti.

Yol ayrımındaydı, zamanı ise iki dakikaydı. 

"Size çay ısmarlayabilirim" sözleri çıktı ağzından o kadının.

Kararı veren sanki o kendisi değildi!  

Bir yerlerde bastırılmış iç dünyasının sesi, yönetimi ele almıştı.

O adam ise tereddütsüz tek kelime "olur" derken gözleri parlamış ve o an "her şey yeni başlıyor"u hissetmişti. 

Tekrar evlendiler. Aradan geçen yıllarda birbirlerine anlatacak şeyleri bitmemişti. Aslında halden anlamasına yaptıkları sohbet sayesinde birbirlerini ancak şimdi tanımışlardı. Hırslarından arınmışlar ve çektikleri acılar onlara çok şey anlatmıştı.

 Ve anlamışlardı ki, bu hayatta en önemli şey içilen bir çay ve bir kahve ile birlikte  paylaşılan duygulardı, ifade edilen düşüncelerdi  ve hasret kalınan sohbetti.  

İnsanın en büyük ihtiyacı anlatmaktı, anlaşılmaktı. Anlaşmak ve aynı fikirde olmak zorunlu değildi. Farklı bakış açılarını, en itici gördükleri yönlerini bile özlemişlerdi…

Bir konumuz, karşımızdakini neden yanlış anladığımız üzerineydi. 

Dakikada konuştuğumuz yaklaşık 200 kelimeden ortalama 20 katına yakın binlerce farklı anlam çıkabilir.  

Yanlış anlaşılma oranı iletişim ortamına göre değişebilir.  

Yapılan araştırmalara göre;

E-mail ve mesaj ile iletişimde yanlış anlaşılma oranı %75-80 iken, bu oran mektup %70 ve telefon ile görüşmede yanlış anlaşılma oranı %50’dir. 

Yanlış anlaşılmada en düşük oran, yüzü yüze görüşmededir ve % 10-30’dur.  Birbirini daha iyi tanıdıkça iletişim kazası da azalmaktadır.  

En kritik görüşmeler mutlaka yüz yüze olmalıdır.

Çünkü konuşma anında muhatabımızın duruşu, bakışı ve mimiklerini yakından görmek önemlidir. 

Ayrıca yüzümüzde çok kısa süreli belirip kaybolan mikro ifadelerinin sezilmesi, göz bebeklerimizin olumsuz duygularda küçülüp, olumlu anlarda büyümesi onun ne söylediğinden çok, aslında ne söylemek istediğini çok daha isabetli ve sağlıklı kavramamızı sağlayacaktır.  

Bu durumun telefon görüşmelerinde anlaşılması zordur.  

Dinlerken ise yargılamadan, aradan kendimizi çekerek muhatabımızı olduğumuz gibi değil de olduğu gibi anlamasına dinlemek ve sonunda “siz … demek istiyorsunuz; doğrumu anladım?” gibi geri bildirimde bulunmak önemlidir. 

Ve yüz yüze görüşmelerde yine de yanlış anlaşılma olabilse de anlık konuşmalarla düzeltilebilir. 

“Hayır onu demek istemedim. Aslında tam olarak söylemek istediğim şudur.“ cümlesi ile anda alınan geri bildirim ile muhatabımızın ne anladığını anladığımız ve anda karşılık verebilme imkanı vardır.

Yazışmalarda yanlış anlaşılmaların düzeltilmesi bazen mümkün olmayabilir. 

Yanlış anlaşılmalar bazen kırgınlık, üzüntü, alınganlık, öfke ve kişiselleştirme gibi duygusal strese neden olabilir.  

Ayrıca ima etmek, ironi yapmak ya da şakayla karışık ifadelerimizi karşımızdakinin anlayacağını varsaymak iletişim kazalarının artmasına neden olabilmektedir. 

Telefon görüşmelerinde özellikle duygu ve düşüncelerimizin tam anlaşılmasını sağlamak için “bu konuyu yüz yüze görüşmemiz, çok daha iyi olacaktır” diyebilmemiz gerekecektir.

Yüz yüze görüşmeler nasıl olmalıdır?

İnsanlar özellikle çay, kahve içimi esnasında ve yemek arası sohbetlerde daha fazla “evet” demeye yatkınlaşırlar. 

Çünkü özellikle olumlu atmosferde içilen çay kahve ve yenilen yemeğin verdiği haz duygusu insanları daha iyimserleştirir. Ve daha anlayışlı olmaya başlarlar. 

Sizin için kritik olabilen bir konuda “evet” demesini sağlama şansınız artar.

“Bir öykü ve bir konu” ortak noktası neydi? 

Ve Harvard Üniversitesinin yaptığı araştırma en mutlu evliliklerin, arkadaşlıkların ve dostlukların birbirlerini yargılamadan dinleyebilen, halden anlamasına sohbet edebilenlerdi. Onlar en çetrefilli konuları bile güçlü iletişim becerileri, iyi niyetleri, sağlıklı ruh ve kişilikleri sayesinde kolaylıkla aşabilenlerdi. 

“O kadının ve o adamın” öyküsü insan insanın kurdu da olsa insanın insansız yapamayacağı kendisini değerli gördüğünün gözünden değerli görmek isteği en temel konuydu.

İletişimin en sağlıklısı ise halden anlamasına yapılabilen bir sohbetti.