Avukatlık mesleğinde 25. Yılımı doldurarak nisan ayı başında bağlı bulunduğum baro tarafından plaket ile ödüllendirildim. Meslekte çeyrek asrı tamamlayan bir avukat olarak Türkiye’deki yargısal problemler ile ve yargının nasıl siyasallaştırıldığı ile ilgili birkaç kelam etmek hakkını kendimde buluyorum.
FETÖ tasfiyeleri neticesinde bu ülkedeki hakim ve savcıların ¼’ü meslekten ihraç edildi.
Ortaya çıkan bu muazzam açık ise avukatlık mesleğinden hakim ve savcılığa geçiş sınavları ile kapatılmaya çalışıldı.
Devletin sekteye uğrayan yargı hizmetleri ile ilgili bulduğu bu çözüm tek ve alternatifsizdi.
Bu çözüme kimsenin itirazının olabilmesi de bu yüzden mantıken mümkün değildir.
Ancak ülkemizdeki bir gerçek değişmedi.
Nasıl ki zamanında hakim ve savcılık sınavlarını FETÖ bloke ediyor ve yetiştirdiği, kendisine emir eri yapmış olduğu hukuk fakültesi öğrencilerini mahkeme kürsülerine yerleştiriyor ise onlardan boşalan yerleri de mevcut siyasi güç benzer bir şekilde hareket ederek doldurdu.
Yargı içerisinde kendi emir erlerinden oluşan bir ordu yarattı.
Bu konuda bire bir şahit olduğum bir olayı da anlatmak istiyorum. Tahminen iki yıl kadar önce işim nedeni ile Adalet Bakanlığı'na gitmiştim.
Bakanlık koridorunda daire başkanı ile olan randevumu bekler iken oturduğum koltuğun yanındaki kapı açıldı.
Bir görevli beni içeriye davet etti.
İçeriye girdiğimde 3-4 kişi bir masa düzeni etrafında oturuyorlardı.
İçlerinde daha kıdemli olduğu anlaşılan bir görevli bana “hoş geldiniz” dedikten sonra adımı soyadımı, nereli olduğumu ve referansımın kimler olduğunu sordu.
İlk şaşkınlığımı attıktan sonra daire başkanı ile randevum olduğunu söyledim.
Bu sefer karşımdaki kişilerde çok büyük bir şaşkınlık oldu.
Avukatlıktan hakimliğe geçiş sınavı ile ilgili geldiğimi zannetmişlerdi.
İçerisinde olduğum oda ise bu sınava girenler ile gayri resmi görüşmelerin yapıldığı ve ön bilgilerin toplandığı bir odaydı.
Toplanan bilgiler ise ne yazık ki hakim adayının hukuki muhakeme yeteneğinin ve akademik bilgisinin yeterliliğini ölçmek amacı taşımamaktaydı.
Yapılan yargıda yaratılmak istenen orduya asker seçimiydi.
Bu süreçte hakimliğe geçen avukatların kaç tanesinin iktidar partisinin resmi üyesi olduğu, kaç tanesinin il ve ilçe teşkilatlarında görevli olduğu araştırılır ise ne anlatmak istediğim daha net bir şekilde anlaşılacaktır.
Ülkemiz bu tuzağa daha çok yakın bir tarihte düştü.
17-25 Aralık sürecinde yargı eli ile nasıl darbe yapılmaya çalışıldığı hafızalarımızda halen tazeliğini korumaktadır.
Bir kısım halk ortaya saçılan yolsuzluk tapeleri nedeni ile ne taraftan yana tavır alacağının şaşkınlığını yaşar iken bir hukukçu olarak beni ilgilendiren “Kanuna aykırı delil”, “Kanuna aykırı yapılan dinlemeler” noktasıydı.
Bir ülkenin Başbakanının, Dışişleri Bakanının, Mit Daire Başkanının dinlenmesi benim için ülkenin milli güvenlik sorunudur.
Bu açıdan olaya baktığımda o tarihte yaşananların Cumhuriyet savcılarının ve bir kısım emniyet mensuplarının yolsuzluk ile mücadele etmek amacı dışında ellerindeki yetkiyi kötüye kullanarak yargı eli ile ülkede bir iktidar değişikliği yaratmak amacı taşıdığı benim için çok açıktı.
Sonrasında yaşanan 15 Temmuz sürecinde ise 251 vatandaşımızın şehit olduğu mefhum hadise yaşandı.
Biz ne yazık ki tarihten ders çıkartmasını bilen bir millet değiliz.
Adaletin ve adil yargılanma hakkının bireylerin huzuru için ne kadar önemli olduğunun da farkında değiliz.
Talimat ile hareket eden, üstüne giydiği cübbenin içinde küçüldükçe küçülen, dilimin hakim ve savcı demeye dahi varmadığı kımıl zararlıları yargı içerisinden temizlenmeden, tam bağımsız bir yargı oluşturulmadan bu milletin mahkemelerden çıkacak kararların adil olduğuna inanması ne yazık ki mümkün değildir.
Şu an en yakın somut örnek OSMAN KAVALA davasıdır.
Osman Kavala’ yı hiç tanımıyorum.
Yargılandığı davada hakkında AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS cezası verilmesini gerektirecek aleyhine somut ne deliler olduğunu da bilmiyorum.
Ancak şunu net olarak biliyorum;
- Bu dava siyasi dava tanımının bariz bir örneğidir.
- Yargılama devam eder iken görülmekte olan bir dava ile ilgili olarak siyasi iktidar defalarca açıklamalar yaparak mahkeme üzerinde baskı oluşturmuştur.
- Anayasa mahkemesi hak ihlali kararı vermiş. Ancak siyasi baskılarla mahkeme tarafından Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmamıştır.
- Osman Kavala Gezi davasından iki kere yargılanmıştır. İlk yargılandığı davadan beraat etmiştir. Bir kişinin aynı suç eylemi ile iki kere yargılanması hukuken mümkün değildir.
- İlk gezi davasından hakkında tahliye kararı verilerek cezaevinden tahliye edilecek iken hakkında jet hızı ile Casusluk İddianamesi düzenlenmiş ve savcı talebi ile tekrar tutuklanmıştır.
- Tutukluluğunun devamına neden olan Casusluk davasından ve ilk açılan gezi davasından beraat etmiş ancak ikinci kere açılan gezi davasından tutukluluğu devam etmiştir.
- Karar duruşmasında avukatlıktan hakimliğe geçiş yapan üyenin 2018 yılında AKP millet vekili adayı olduğu savunma avukatları tarafından fark edilmiş ve reddi hakim talebinde bulunulmuştur. Reddi hakim talebinin reddi kararı itiraza tabi bir karardır. O aşamada mahkemenin duruşmaya devam edebilmesi ve karar verebilmesi mümkün değildir. Önce reddi hakim talebini incelemesi, bu talebi ret etmiş ise bu sefer de rette ilişkin yapılacak itiraza yönelik üst mahkemece verilecek kararı beklemesi kanuni zorunluluktur. Ancak bu süreç işletilmeden yargılamaya devam edilmiştir.
Hakimlerin görevi birilerinin intikamının maşası olmak değildir. Önce tarafsız olmak,sonrada hukukun ve kanunun kendilerine emrettiğini uygulamak zorundadırlar.
Mesele sadece Osman Kavala meselesi değildir.
Osman Kavala’ nın işlediği bir suç var ise cezası verilsin.
Buradaki mesele benim ülke vatandaşı olarak Türk yargısına ve adalet sistemine güvenimi zedeleyen hukuksuz uygulamalar silsilesidir.
Bu ülkede hükümet hükümetliğini, meclis meclisliğini ve yargı ise bağımsız yargılamasını yapmaz ise; halkın adalete olan güveni elinden alınır ise bizi millet yapan en temel unsurların altına bomba konulmuş olunur. Şu an yapılan yargı eli ile bu ülkenin terörize edilmesidir.
Kamuoyuna saygı ile…