Başlıktan da anlayacağınız üzere bu yazıda ekonomiden bahsetmeden, daha doğrusu üstünden geçerek içimi dökeceğim. Okulda ekonomi okurken size bir sürü teknik terim öğretiyorlar. Tabi bu teknik terimler sadece ekonomide değil. Her meslekte kendine has söyleniş şekli ile bulunan bu tip teknik terimler, ister istemez günlük hayatınızın da içine giriyor. Bazı zamanlarda alışkanlığa dönüşüyor. Ya da siz öyle düşünüyorsunuz. Gün geçtikçe bu kelimeler, içinde bulunduğunuz gerek ekonomik gerek sosyal travmaları anlatmaya yetmiyor.
Mesela ekonomik konjonktürlerin çıkmazlarını anlatmaya yetmiyor. Hatta dövizin, borsanın, faizin aynı anda yukarı çıktığını görünce şaşırıp kalıyorsunuz. Anlam veremeyip, hayra yoruyorsunuz. "Faiz sebep, enflasyon neticedir" denildiğinde bildiğinizi unuttuğunuz anlarda oluyor.
Sıkılmayın. Sıkılmayın. Vazgeçtim tamam.
Dedim ya bahsetmeyeceğim ekonomiden. İster basılı gazete alın, ister dijital medyadan takip edin. Manşetten verilen " Dolar düştü, Euro fırladı, Altına ne oldu böyle?" haberleri değilse konu olan, ekonomi sayfaları en az okunan sayfalar, yazarları da en az tanınanlar haline geliyor. Aynı depremde hatırlanan deprem uzmanları gibi, ekonomide saçma bir şey yaşandığında kanallarda ekonomistleri görüyorsunuz.
Nereden baksanız yarım yüzyıldır enflasyon, işsizlik, adaletsiz gelir dağılımı ile uğraşan bir ülkede ekonomiye gösterilen ilginin bu kadar yetersiz kalması yine bizim suçumuz aslında.
Yok, yok derdim okunma sayıları hiç olmadı. Kendi bilgim içerisinde kelimelere döktüm derdimi hep. Aslında ekonominin cebimizdeki paradan ibaret olduğunu anlatmaya çalıştım. Kendi öz paramız. Kredi kartsız, borçsuz para; bizim ekonomimiz dedim.
Ekonomi; modern hayata kavuşmamızın, refah seviyemizi yükseltebilmemizin temel dinamiği ama bu temel dinamiğin çarkları bozulduğunda, elimizden kayıp gittiğinde fark ediyoruz ne kadar önemli olduğunu. Kaybettiğimiz her şeyin değerini kafamızı vura vura öğreniyoruz bu sefer.
Hayatımızın döngüsü de böyle değil mi?
Bir şeyleri elde etmek için çaba sarf ediyoruz. Gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Elde ettiğimizde, hayatımıza soktuğumuzda yerine yerleştiriyoruz. Orada duruyor nasıl olsa diye düşünüyoruz. Belki de pamuklarda sarmamız gereken değerimiz, orada duruyor rahattır orada diye hiç üstüne düşmüyoruz. Görmüyoruz. Fark etmiyoruz.
Ama bir gün bir bakıyorsunuz o pamuklarda durması gereken yerinden kıpırdamış. Rahatsız olmuş. Kayıp gidecek olmasına o kadar korkuyorsunuz ki bu sefer. Kaybetme korkusu ile anlıyorsunuz aslında ne kadar önemli olduğunu. Ne kadar her şeyin onsuz boş ve saçma olacağını.
Evet. Ben bu satırları yazarken o korkunun esiri olarak yazıyorum bu sefer. Kaybetmek korkusunun.
Ama hayatın her yerinde olması gerekmez mi?
Bir şeyi kaybedeceğimizin korkusu ile değer vermek. Tabi kaybetmeden önce o değeri verebilmek kastettiğim. İster ekonomi deyin buna, ister işiniz deyin, ister aileniz deyin, isterseniz ülke deyin.
Bir şeyi kaybedebilme korkusu yaşayarak, ama kaybetmeden önce değer vermeyi öğrenebilsek ki; en başta maalesef ben, belki bu kadar zor da olmayacak hayatımız. Beni affet Gül.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Emre Balıca
Bu yazı ekonomiden bahsetmiyor
Merhaba değerli okurlar,
Başlıktan da anlayacağınız üzere bu yazıda ekonomiden bahsetmeden, daha doğrusu üstünden geçerek içimi dökeceğim. Okulda ekonomi okurken size bir sürü teknik terim öğretiyorlar. Tabi bu teknik terimler sadece ekonomide değil. Her meslekte kendine has söyleniş şekli ile bulunan bu tip teknik terimler, ister istemez günlük hayatınızın da içine giriyor. Bazı zamanlarda alışkanlığa dönüşüyor. Ya da siz öyle düşünüyorsunuz. Gün geçtikçe bu kelimeler, içinde bulunduğunuz gerek ekonomik gerek sosyal travmaları anlatmaya yetmiyor.
Mesela ekonomik konjonktürlerin çıkmazlarını anlatmaya yetmiyor. Hatta dövizin, borsanın, faizin aynı anda yukarı çıktığını görünce şaşırıp kalıyorsunuz. Anlam veremeyip, hayra yoruyorsunuz. "Faiz sebep, enflasyon neticedir" denildiğinde bildiğinizi unuttuğunuz anlarda oluyor.
Sıkılmayın. Sıkılmayın. Vazgeçtim tamam.
Dedim ya bahsetmeyeceğim ekonomiden. İster basılı gazete alın, ister dijital medyadan takip edin. Manşetten verilen " Dolar düştü, Euro fırladı, Altına ne oldu böyle?" haberleri değilse konu olan, ekonomi sayfaları en az okunan sayfalar, yazarları da en az tanınanlar haline geliyor. Aynı depremde hatırlanan deprem uzmanları gibi, ekonomide saçma bir şey yaşandığında kanallarda ekonomistleri görüyorsunuz.
Nereden baksanız yarım yüzyıldır enflasyon, işsizlik, adaletsiz gelir dağılımı ile uğraşan bir ülkede ekonomiye gösterilen ilginin bu kadar yetersiz kalması yine bizim suçumuz aslında.
Yok, yok derdim okunma sayıları hiç olmadı. Kendi bilgim içerisinde kelimelere döktüm derdimi hep. Aslında ekonominin cebimizdeki paradan ibaret olduğunu anlatmaya çalıştım. Kendi öz paramız. Kredi kartsız, borçsuz para; bizim ekonomimiz dedim.
Ekonomi; modern hayata kavuşmamızın, refah seviyemizi yükseltebilmemizin temel dinamiği ama bu temel dinamiğin çarkları bozulduğunda, elimizden kayıp gittiğinde fark ediyoruz ne kadar önemli olduğunu. Kaybettiğimiz her şeyin değerini kafamızı vura vura öğreniyoruz bu sefer.
Hayatımızın döngüsü de böyle değil mi?
Bir şeyleri elde etmek için çaba sarf ediyoruz. Gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Elde ettiğimizde, hayatımıza soktuğumuzda yerine yerleştiriyoruz. Orada duruyor nasıl olsa diye düşünüyoruz. Belki de pamuklarda sarmamız gereken değerimiz, orada duruyor rahattır orada diye hiç üstüne düşmüyoruz. Görmüyoruz. Fark etmiyoruz.
Ama bir gün bir bakıyorsunuz o pamuklarda durması gereken yerinden kıpırdamış. Rahatsız olmuş. Kayıp gidecek olmasına o kadar korkuyorsunuz ki bu sefer. Kaybetme korkusu ile anlıyorsunuz aslında ne kadar önemli olduğunu. Ne kadar her şeyin onsuz boş ve saçma olacağını.
Evet. Ben bu satırları yazarken o korkunun esiri olarak yazıyorum bu sefer. Kaybetmek korkusunun.
Ama hayatın her yerinde olması gerekmez mi?
Bir şeyi kaybedeceğimizin korkusu ile değer vermek. Tabi kaybetmeden önce o değeri verebilmek kastettiğim. İster ekonomi deyin buna, ister işiniz deyin, ister aileniz deyin, isterseniz ülke deyin.
Bir şeyi kaybedebilme korkusu yaşayarak, ama kaybetmeden önce değer vermeyi öğrenebilsek ki; en başta maalesef ben, belki bu kadar zor da olmayacak hayatımız. Beni affet Gül.