Cami avlusunda oturmuş bir teyze...
Güneş yarı yüzünü gösterse de Uludağ'ın kuru ayazı titremesine mani değildi. Ellerini koltuk altına sokuyor, arada nefesine tutup ovuşturuyordu.
Etrafa boş boş bakan hüzünlü gözleri dikkatimi çekti.
Dilenmiyordu!
Mendil de satmıyordu.
Rahatsız etmeden nasıl yaklaşmalıydım?
İki simit aldım.
Ve,
- Teyzeciğim şuracıkta oturup simidimi yiyebilir miyim?diye sordum. - Yerin sahibi ben değilim, kimseye kalmayacak yere otur bakalım,dedi. - Simit fazla gelecek birlikte yiyelim mi?
Çekinerek elini uzattı sonra geri çekti. - Teyzem bak! Güvercinler bize bakıyor, onlar da birer parçasını hak ediyor deyince; "alayım bari"dedi.
Mahcup bir halde böldüğü simidi eksik dişleriyle yemeye başladı. - Teyzeciğim hava soğuk, mermer daha da soğuk, epeydir buradasın üşür hasta olursun.
- Beş evladı ömür boyu sırtında taşıyor, evine gönlüne sığdırıyorsun da o beş evlat bir anayı evine sığdıramıyor!
Benim dede vefat etti, 15 sene oldu. Kocamdan kalan bi emekli maaşım var yavrum.
Ben oğlumun yanında kalıyorum caddenin bir üst sokağında evi...
Bugün gelinimin misafirleri geldi, onlar rahatsız olmasın diye git dolaş ya da başka akrabanda kal onlar gidene kadar gelme... dedi.Bacaklarım beni buraya kadar getirdi, misafirler akşama gidecekmiş ben de akşam olsun diye bekliyorum kızım.
Yalnız bırakmaya gönlüm razı gelmedi, karanlıkta zar zor yürüyen o yaştaki bir kadın eve nasıl gidecekti? Bir hayli uzak noktada otursam da hava kararana kadar bekleyip eve kadar eşlik etmeliydim. - Teyze ben sizin sokağa yakın bir yerde oturuyorum beraber gidelim mi?
Gözler dolu dolu, ne o baston vazifesi mi yapacaksın? dedi.
Baston olmak kolay, kat kat kıdemli bir insanı hatta bir anayı sırtta taşımak emeklerini tartmaya yeter miydi?
O yaşta bir kadın soğukta oturup niçin akşamı beklesin, hangi sebep onu orada yalnız oturmaya itebilir?
Hem de virüsle baş etmeye çalışırken ve belli bir yaştan sonra yasakla boğuşurken!
Teyze koluma girdi ben baston olarak vazifemi yerine getirirken; rahmetli babamın sözü geldi aklıma... "Ben çok zengin bir adamım, hayırlı evlatlar yetiştirmişim"
Hayırlı evlat!
İki kelime lakin o iki kelimeye sayfalarca yazı yazabilirim düşündüm..!
Yaşadığım sürece üzerimde hayır dua gibi sakladığım ve kıymetli bir miras olarak taşıdığım bir sözdü.
Anne ve babasını kaybettiği zaman büyür insan! Kendimden biliyorum.
Anne baba yemiyor, içmiyor, uyumuyor, her zorluğa göğüs gerip çocuğunu büyütüyor hayata hazırlıyor, o çocuk büyüyüp toplum içine karışıp ayaklarının üzerinde durduğu vakit, onca emeği, vefayı görmezden bilmezden geliyor...
Ne acı bir duygu! "Tosbağa kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş" derler bizim oralarda.
Her insanın öncelikleri vardır, o ilk öncelik de aileye aittir.
Kendini düşündüğün kadar anneni, babanı, kardeşlerini, çocuğun varsa çocuğunu, eşin varsa eşini düşünmek zorundasındır.
Bu bir sorumluluk duygusudur ve aileyi aile yapan, önemli kılan, birbirine bağlayan vefa duygusudur.
Kapıyı örttüğünde dışarıda kalacak insanlar arka plandadır.
Hayıflandığım nokta sadece teyzeyi o halde gördüğüm için değil...
Çevremde yeterince ana babaya vefasızlığı, hayırsızlığı, duyarsızlığı görüyorum. Bu da beni oldukça üzüyor.
Ben anne babamın kuru bir sözüne, uzaktan bir bakışına hasretken; hala hayatta olan anne babasına bir tebessümü, ilgiyi, sarılmayı çok görenlere kızıyor kırılıyorum, anlamaya da çalışmıyorum.
Benim aklım, kalbim böyle bir sorumsuzluğu anlamayı reddediyor.
Her ne olursa olsun hiçbir ebeveyn görmezden gelinmeyi hak etmez.
İnsan onların saçlarına düşmüş aklara saygı duyar, yılların eskittiği bedenine saygı duyar, yüzündeki buruş buruş çizgilere saygı duyar.
O ak saçlar, çökmüş beden, buruş buruş yüz hatları yaşanmışlıkların, çilelerin, emeğin, yarımların, eksiklerin hatıralarıdır.
O hatıraları da hiçbir nedenle kapatamazsın ve hürmette kusur edemezsin.
İnsan büyürken anne babasının küçüldüğünü onların tıpkı birer çocuk gibi ilgiye, şefkate, merhamete muhtaç olduğunu unutan zihniyetteki duygusuzlara söylenecek çok söz var.
Baba bir ağacın gövdesidir, anne dalları, çocuklar ise meyveleridir.
Gövde dalları, dallar meyveleri ayakta tutar.
Haklarını hiçbir zaman ödeyemeyeceğin gövdeyi, dalı kestiğin an ayakta kalamazsın çürümeye mahkûm kalırsın, kaçınılmaz!
Ektiğin yerden biçer, biçtiğin yerden mahsulünü toplarsın.
Bugün ona yarın sanadır aynı davranış!
Bir kuvvet karşısında güç ve melekeleri ile yetersiz kalmayı sen de kendi evladında görecek yaşayacaksın. Çünkü kimse yaşattığını yaşamadan göçmüyor, hiç kimseye kalmayacak bu dünya!
İleride pişmanlığını yaşayacağın davranışlardan vazgeç!
Varlığını özleyeceğin, kuvvetini hissedeceğin değerlerine sahip çık!
Koru, sev, alakadar ol, sarıl, omzuna yaslan, dizlerine yat, daha fazla geç olmadan!
Unutma; hiçbir yastık, hiçbir yuva, hiçbir sofra, hiçbir sevgi onların verdiği huzur kadar güvenli değil.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Neriman Keskin
Her evin bir sırrı, her kalbin bir yarası vardır!
Cami avlusunda oturmuş bir teyze...
Güneş yarı yüzünü gösterse de Uludağ'ın kuru ayazı titremesine mani değildi. Ellerini koltuk altına sokuyor, arada nefesine tutup ovuşturuyordu.
Etrafa boş boş bakan hüzünlü gözleri dikkatimi çekti.
Dilenmiyordu!
Mendil de satmıyordu.
Rahatsız etmeden nasıl yaklaşmalıydım?
İki simit aldım.
Ve,
- Teyzeciğim şuracıkta oturup simidimi yiyebilir miyim? diye sordum.
- Yerin sahibi ben değilim, kimseye kalmayacak yere otur bakalım, dedi.
- Simit fazla gelecek birlikte yiyelim mi?
Çekinerek elini uzattı sonra geri çekti.
- Teyzem bak! Güvercinler bize bakıyor, onlar da birer parçasını hak ediyor deyince; "alayım bari" dedi.
Mahcup bir halde böldüğü simidi eksik dişleriyle yemeye başladı.
- Teyzeciğim hava soğuk, mermer daha da soğuk, epeydir buradasın üşür hasta olursun.
- Beş evladı ömür boyu sırtında taşıyor, evine gönlüne sığdırıyorsun da o beş evlat bir anayı evine sığdıramıyor!
Benim dede vefat etti, 15 sene oldu. Kocamdan kalan bi emekli maaşım var yavrum.
Ben oğlumun yanında kalıyorum caddenin bir üst sokağında evi...
Bugün gelinimin misafirleri geldi, onlar rahatsız olmasın diye git dolaş ya da başka akrabanda kal onlar gidene kadar gelme... dedi. Bacaklarım beni buraya kadar getirdi, misafirler akşama gidecekmiş ben de akşam olsun diye bekliyorum kızım.
Yalnız bırakmaya gönlüm razı gelmedi, karanlıkta zar zor yürüyen o yaştaki bir kadın eve nasıl gidecekti? Bir hayli uzak noktada otursam da hava kararana kadar bekleyip eve kadar eşlik etmeliydim.
- Teyze ben sizin sokağa yakın bir yerde oturuyorum beraber gidelim mi?
Gözler dolu dolu, ne o baston vazifesi mi yapacaksın? dedi.
Baston olmak kolay, kat kat kıdemli bir insanı hatta bir anayı sırtta taşımak emeklerini tartmaya yeter miydi?
O yaşta bir kadın soğukta oturup niçin akşamı beklesin, hangi sebep onu orada yalnız oturmaya itebilir?
Hem de virüsle baş etmeye çalışırken ve belli bir yaştan sonra yasakla boğuşurken!
Teyze koluma girdi ben baston olarak vazifemi yerine getirirken; rahmetli babamın sözü geldi aklıma...
"Ben çok zengin bir adamım, hayırlı evlatlar yetiştirmişim"
Hayırlı evlat!
İki kelime lakin o iki kelimeye sayfalarca yazı yazabilirim düşündüm..!
Yaşadığım sürece üzerimde hayır dua gibi sakladığım ve kıymetli bir miras olarak taşıdığım bir sözdü.
Anne ve babasını kaybettiği zaman büyür insan! Kendimden biliyorum.
Anne baba yemiyor, içmiyor, uyumuyor, her zorluğa göğüs gerip çocuğunu büyütüyor hayata hazırlıyor, o çocuk büyüyüp toplum içine karışıp ayaklarının üzerinde durduğu vakit, onca emeği, vefayı görmezden bilmezden geliyor...
Ne acı bir duygu!
"Tosbağa kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş" derler bizim oralarda.
Her insanın öncelikleri vardır, o ilk öncelik de aileye aittir.
Kendini düşündüğün kadar anneni, babanı, kardeşlerini, çocuğun varsa çocuğunu, eşin varsa eşini düşünmek zorundasındır.
Bu bir sorumluluk duygusudur ve aileyi aile yapan, önemli kılan, birbirine bağlayan vefa duygusudur.
Kapıyı örttüğünde dışarıda kalacak insanlar arka plandadır.
Hayıflandığım nokta sadece teyzeyi o halde gördüğüm için değil...
Çevremde yeterince ana babaya vefasızlığı, hayırsızlığı, duyarsızlığı görüyorum. Bu da beni oldukça üzüyor.
Ben anne babamın kuru bir sözüne, uzaktan bir bakışına hasretken; hala hayatta olan anne babasına bir tebessümü, ilgiyi, sarılmayı çok görenlere kızıyor kırılıyorum, anlamaya da çalışmıyorum.
Benim aklım, kalbim böyle bir sorumsuzluğu anlamayı reddediyor.
Her ne olursa olsun hiçbir ebeveyn görmezden gelinmeyi hak etmez.
İnsan onların saçlarına düşmüş aklara saygı duyar, yılların eskittiği bedenine saygı duyar, yüzündeki buruş buruş çizgilere saygı duyar.
O ak saçlar, çökmüş beden, buruş buruş yüz hatları yaşanmışlıkların, çilelerin, emeğin, yarımların, eksiklerin hatıralarıdır.
O hatıraları da hiçbir nedenle kapatamazsın ve hürmette kusur edemezsin.
İnsan büyürken anne babasının küçüldüğünü onların tıpkı birer çocuk gibi ilgiye, şefkate, merhamete muhtaç olduğunu unutan zihniyetteki duygusuzlara söylenecek çok söz var.
Baba bir ağacın gövdesidir, anne dalları, çocuklar ise meyveleridir.
Gövde dalları, dallar meyveleri ayakta tutar.
Haklarını hiçbir zaman ödeyemeyeceğin gövdeyi, dalı kestiğin an ayakta kalamazsın çürümeye mahkûm kalırsın, kaçınılmaz!
Ektiğin yerden biçer, biçtiğin yerden mahsulünü toplarsın.
Bugün ona yarın sanadır aynı davranış!
Bir kuvvet karşısında güç ve melekeleri ile yetersiz kalmayı sen de kendi evladında görecek yaşayacaksın. Çünkü kimse yaşattığını yaşamadan göçmüyor, hiç kimseye kalmayacak bu dünya!
İleride pişmanlığını yaşayacağın davranışlardan vazgeç!
Varlığını özleyeceğin, kuvvetini hissedeceğin değerlerine sahip çık!
Koru, sev, alakadar ol, sarıl, omzuna yaslan, dizlerine yat, daha fazla geç olmadan!
Unutma; hiçbir yastık, hiçbir yuva, hiçbir sofra, hiçbir sevgi onların verdiği huzur kadar güvenli değil.